Öncelikle herkesin şunu bilmesi gerekir. Emekçinin hakkını araması, iş bırakması ya da yavaşlatması Anayasal bir haktır. Demokrasinin de gereğidir. Grev de dahil yapılan eylemleri eleştirmeye ya da kötü göstermeye kimsenin hakkı yok.
İzmir’de son zamanlarda belediyelerde çalışan emekçilerin toplu sözleşme süreçleriyle ilgili sıkıntılar var.
Peş peşe çok sayıda belediyede grev kararları asılıyor.
Öncelikle şunu hemen söyleyelim. İşçilerin, memurların haklarını araması, bunun için üretimden gelen güçlerini kullanmaları en doğal haklarıdır.
Grev de dahil yapılan eylemleri eleştirmeye ya da kötü göstermeye kimsenin hakkı yok.
Otobüsler, metrolar, tramvaylar çalışmayınca, çöpler toplanmayınca, parklar sulanmayınca belediye işçilerinin bu kent için ne kadar büyük öneme sahip olduğu anlaşılıyor.
***
İzmir’de siyasi yapının, belediyedeki sendika örgütlenmelerinin geçmişini bilmeyenler ya da olayı farklı yöne çekmek isteyenler sanki kentte ilk defa emekçi eylemleri oluyor havası oluşturmaya çalışıyor.
Bu kentte emekçiler her dönemde hakları için mücadele etti.
Yüksel Çakmur döneminde 32 yıl önce kışın ortasında binlerce emekçi İzmir’den Ankara’ya kadar hakları için yürüdü.
Burhan Özfatura, Ahmet Piriştina ve Aziz Kocaoğlu döneminde sayısız büyük eylemler yapıldı.
Daha bir yıl önce Tunç Soyer döneminde raylı sistem işçileri üretimden gelen haklarını kullanıp iş bıraktı. Toplu ulaşımda ciddi aksamsalar oldu.
Dün oldu, bugün oluyor, yarın da olacak. Bu durum, demokratik ülkelerde gayet doğal bir süreç.
***
Öncelikle herkesin şunu bilmesi gerekir. Emekçinin hakkını araması, iş bırakması ya da yavaşlatması Anayasal bir haktır.
Demokrasinin de gereğidir. Elbette kent bu durumdan etkilenecek.
Ama olay tam da bu. Tüm topluma işçinin, memurun emeğinin ne kadar vazgeçilmek ve değerli olduğunu göstermek.
Bu ülkede de bu kentte de üretilen her şey emekçilerin eseri. O yüzden de aileleriyle birlikte geçinebilecekleri bir ücret anaların ak sütü gibi hakları.
***
Emekçilerin 1 Mayıslarda atılan nutuklara, açıklamalara değil yoksulluk sınırının üzerinde bir ücrete ihtiyacı var.
Açıklanan araştırma sonuçlarına göre 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 20 bin liranın, üzerinde. Ne yazık ki bu ülkede 10 milyonun üzerinde emekçi açlık sınırının altında çalışıyor.
Dahası bu ülkeye yıllarca emek veren 10 milyonun üzerindeki emekli de yine 10 bin liranın altında ücretle hayatını sürdürüyor.
Sonuçta 20 milyonun üzerinde emekçi ve emekli açlığa mahkum.
Yoksulluk sınırı ise 50 bin lirayı aştı. Yani toplumun yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Çalışanların sadece yüzde 18’i sendikalı. Kamu kurumlarını çıkardığınızda bu oran yüzde 10’un bile altına düşüyor. İnşaat sektöründe ise sendikalı işçi oranı sadece yüzde 1 bile değil.
Ben de bir işçi evladıyım. Annem ve babam benimle birlikte 3 kardeşimi işçi maaşıyla büyüttü.
Hayatım boyunca ben de işçi statüsünde (fikir işçisi) çalıştım. Şimdi de bir işçi emeklisiyim.
Sıkıntıları birebir yaşadım ve yaşamaya devam ediyorum.
Bu ülkenin yüzde 80’ini oluşturan emekçilerin 1.2 milyar dolar olduğu söylenen Gayri Safi Milli Hasıladan kendilerine düşen paylarını almaları kadar doğal bir durum yok.
***
Ama henüz 7 aylık görev sürelerini bile doldurmayan belediye başkanlarını da acımasızca eleştirmek hiç doğru ve adil değil.
Çünkü bu sorunları kucaklarında buldular. Uzun yıllardır belediyelerde işçi ve memur maaşlarının ödenmesinde sıkıntılar yaşanıyor. İkramiye gibi haklar ödenemiyor ya da çok geç ödeniyor.
Belediye başkanları aynı zamanda İzmir’de yaşayan 5 milyon kişinin haklarını da düşünmek zorunda.
Bir de Genel İdare’nin belediyeler üzerindeki ekonomik baskıları var. Yıllarca biriken SGK ve maliye borçlarını hemen ödemeleri isteniyor, haciz gönderiliyor.
O yüzden her iki tarafa karşı da anlayış şart.
Adı üstünde bu bir “Toplu İş Sözleşmesi” pazarlığı.
Ben 32 yıllık gazetecilik hayatımda bitmeyen hiçbir toplu iş sözleşmesi görmedim.
Hiç merak etmeyin bu toplu sözleşmeler de mutlaka sonuçlanacak.
Bir şekilde iş barışı sağlanacak.
***
Ama işçinin emeğini kullanarak politika yapmak isteyenler, kendilerine çıkar sağlamayı düşünenler var. Onlar emekçilere de bu kente de en büyük kötülüğü yapıyor.
Gün samimiyet ve tutarlılık günüdür.
Amaç üzüm yemekse herkese bir salkım düşer.
Ama ille de “Bağcıyı döveceğiz” diyenlerin kendilerine de bu kente de, emekçilerie de sağlayacağı bir katkı olmaz.