İzmir'de Son Dakika

EMEK AŞIĞI GAZETECİLER..

Gazeteci milletini sınıflandırmak derdine düştüm. 1970 başından beri, tam 55 yıldır“İzmir Basını” içindeyim. Neler gördüm, neler yaşadım?. Meslektaşlarımı şöyle sınıflandırabilirim.
EMEK AŞIĞI GAZETECİLER..
Haberler / Güncel
9 Temmuz 2025 Çarşamba 12:03


1- Kısmetsiz Emekçiler: Bunlar çileli muhabirlerdir. Gece gündüz demeden
koşarlar, çırpınırlar, analarının ak sütü gibi cüzi maaşlarını hak ederler. Finans
kapitalin emri altındaki merkez medyanın ağır zulmü altında eziyetli görevlerinden bir
türlü kopamazlar, sıcak ve tatlı yazı işleri kadroları içinde boy gösteremezler. Çünkü
halk çocuklarıdır. Halkın tüm ayak kokusu, tuzlu teri ve insancıl sıcaklığı üzerlerine
sinmiştir. İçlerinden çoğu harcanıp gider, basında uzun süre dikiş tutturamazlar,
çünkü nefesleri bu büyük maratona yetmez.
2- Kısmetli Emekçiler: Küçük ve çok yetenekli bir kesim ise kendini Ankara veya
İstanbul’a atar, orada emeğini kabul ettirip, virajlı ve belalı yollardan geçip yükselirler,
bileklerinin hakkı ile çok büyük koltuklara erişirler. Aralarındaki düşünce farklılıklarına
asla girmeden birkaç isim verelim:
Güngör Mengi, Hikmet Çetinkaya, Erdal Şafak, Levent Tüzemen, Hakan Tartan,
Hakan Akarcalı, Fatih Çekirge, Ünal Ersözlü, Ergun Babahan, Sedat Pişirici, Yılmaz
Özdil, Murat Birsel, Ergun Gümrah, Celal Başlangıç, Mustafa Balbay, Sedat Pişirici,
Hakan Kara, Nebil Özgentürk, Korcan Karar, Yılmaz Soytürk, Şule Ersözlü Talu,
Şenay Düdek, Neşet Şenizel, Yücel Arı ve Volkan Öksüz kardeşlerim bu sınıfa
verilecek örneklerdir.
Muhabir olmamalarına rağmen sayfa sekreteri olarak veya yazı işleri müdürü
olarak Cafer Yarkent, daha sonra (şimdilerde bile) ülkemizin ünlü bir televizyon spor
yorumcusu ve yazarı olan Levent Tüzemen, NEFES gazetesinin halen yazı işleri
müdürü Neşet Şenizel de bu kategoriye girerler. Bunlar hayat kavgasını çok çalışıp
kazanmışlardır.
3- Patronlaşan Emekçiler: Üçüncü kesim ise, bin bir çileyi çektikten sonra, tek
başlarına gazete, yayın çıkarmaya çalışırlar, çoğu batar, ama bir-ikisi yaşam şansı
bulur. Bunlara da, Demokrat İzmir gazetesini satın alıp yayınlamaya çalışan Ender
Coşkun, Söz gazetesini bir zamanlar çıkaran Attila Sertel, Medyatek sahibi Seçkin
Öner, Haberhürriyeti gazete ve sitesini yayınlayan İbrahim Irmak ve yine gazete
çıkarak ekmek parası peşinde koşturan Muzaffer Tezel, “Egeli Gazete” sahibi
Mustafa Yılmaz, bu kategoriye örnek gösterilebilir. İnternet üzerinden televizyon
yayını yapanlar da vardır. Ben-TV sahibi Erol Yaraş gibi..
4-Yumuşakçalar: Bu gurup, anasından padişah virüsü taşıyarak doğanlardır. Hiç
emek vermeden basının tepesine konarlar. Muhabiri, haberi küçümseyip, boklarında
altın bulunduğunu sanıp, uyduruk yazılarını ustaca üst katlara pazarlarlar.
Patron, Başbakan, Belediye Başkanı, Holding yağcısıdırlar. Çanakları yalaya
yalaya aşındırırlar. Beş para etmez adamlardır (veya ruhen hastalıklı kadınlardır).
Kültürsüz, evli oldukları halde kız muhabirine, bayan sekreterine asılan, alçakça taciz
eden, gazete kasasını kendisi için boşaltan, arsız ve omurgasız insanlardır.
Ne yazık ki, İzmir’de bunların kesin iktidarda olduğu dönemler vardır. Sol
tandanslı CHP, yerel yönetimde iktidarda ise hepsi sahte sosyalisttir, Fethullah Gülen
popüler ise Pensilvanya yolcusudurlar, Hocaefendinin yanında el pençe divandırlar,
Tayyip iktidarda ise devlet koridorlarında takla atmakla meşguldürler.
İsimlerini, rezaletlerini, avantalarını, otele motele atıp harcadıkları genç kız
muhabirleri; evli kadın yönetici olarak başını yaktıkları evli erkek muhabirleri, yani

yedikleri naneleri herkes bilir, ama tek satır veya tek cümle kimse eleştiri getiremez.
Yağlı, ballı bir yaşam sürerler. Hepsi gizli-açık sağcı, dönek solcu, kozmopolit ve lüks
hayat meraklısı, kapitalizmin ve holdinglerin yalakası, Amerikan hayranı,
muhafazakar Anadolu mütevazi ve ruhani yaşamının tam karşıtı ve halk
düşmanıdırlar!
İşte bir kısım İzmir Basın ve televizyonlarının üst mensupları bunlardır. Benim
zamanımda (1960 – 2022) böyle idi..
MESLEĞİN ZIMBA GAZETECİLERİ..
Teker teker sayalım bakalım..
MÜMİN SERTBAŞ: Hiç de ismi gibi sert değildi. Tam tersine daima iyi niyetli,
çalışkan, muhabirini koruyan kollayan bir haber müdürü veya istihbarat şefi idi. Tek
kötülüğünü, kalleşliğini, acımasızlığını görmedik, bir üst düzey yönetici olarak. Belki
feleğin çemberinden geçmişti, gazeteleri yaşatan gerçek gücün muhabirin emeğinden
geçtiğini fark etmişti. Çalışanını ezmezdi, tatlı sert bir yönetimle çalıştığı her gazetede
iyi isim bıraktı, bizim de gönlümüze yerleşti. Baş kelimesi ne yazık ki soy ismine
yapışıktı. Ama bizim Mümin ağabeyi hiç saçlı görmedik.
MELİH YALMAN: Yeni Asır’ın bağlı bulunduğu yayın gurubunda daima üst mali
ve idari yönetim görevlerinde bulundu. İşini iyi bilirdi. Eski mahalle arkadaşımdı. Hatta
aynı mahalle takımında oynadık, yani top benim ise oynatırlardı; oysa esas maç
kadrosuna gözlüklü olduğum için alınmazdım. O takımdan Barış ve Işık Ergeç
kardeşler, İsmail, Mustafa, Ayhan, Yılmaz, yedek kaleci Havuç Bülent, esas kaleci
meşhur Cazip, Olcayto, Altaylı Necdet, Maruli gibi eski arkadaşlarımın kulakları
çınlasın. O takımdan tek ben sağ kaldım (7 numaralı yeşil-kırmızı formasını hala
saklarım).. Mali ve idari işlerle hiç alakam olmadığı için rahmetli Melih Yalman ile
yıllar boyunca gazete içinde sıcak temasımız hiç olmadı. Arkasında iyi bir isim
bırakmıştır. Rahmetle.
MİTHAT TOPAÇ: Önce Ticaret gazetesi, sonra az yaşayan Gazete İzmir,
sonunda Yeni Asır’da üst idari görevler.. Sonra İstanbul.. Star ve daha birçok yönetim
görevleri.. Daha çok idari ve mali işlere bakan bir müdür olan Mithat Topaç, tüm bu
saydığım gazetelerin üst yöneticisi ünlü duayen gazeteci İlhan Esen’in yakın
akrabasıydı.. Saygın bir aileden geliyorlardı. Dinç Bilgin ne yapmış etmiş, bu kaliteli
insanları Yeni Asır’a transfer etmişti. Ve yüksek mevkilere getirmiştir. Çalışan
emekçiler, Mithat Topaç’ın yönetiminde bir eziyet, kötülük görmediler, hala bunca
yıldan sonra onu sevip sayarlar. Whatsapp’taki Yeni Asır Grubu’ndaki yazışmaları
izliyorum, eskiler ona hala müdürleri gibi hitap ediyorlar ve saygılı konuşuyorlar,
bunlar önemlidir. Bizim Yeni Asır, patronun İstanbul SABAH gazetesi macerasında ve
nihayet hapishaneye girmesinden sonra mali açıdan kapanın elinde kalmıştır, bir çok
üst yönetici epey şaibelidir, ama Mithat Topaç bu şaibelerden azadedir, temizdir bana
göre.. Topaç gibi bir fiziki görüntüsü olan Mithat Topaç ile koridorlarda nadiren
selamlaşmanın ötesinde bir yakınlığımız olmadı. Yeni Asır’dan sonra Cem Uzan’ın
Star’ına transfer oldu, neden gitti oraya, Aydın Bilgin’den mi kaçtı, bilemem. Ama
gidiş o gidiş, hala İstanbul’da..
NEŞE DÜZEL: Ben gazeteye geldiğimde gazeteden yeni ayrılmıştı. Daha sonra
İstanbul’da Yeni Yüzyıl ve Taraf gazetelerinde parladı. Muhalif ve sisteme aykırı
konularda bir röportaj ustası oldu. Hemen her yazısını kesip saklamışımdır, bu
yıllarca sürdü. Gazetecilik uyanıklığı açısından hayran olduğum birisiydi; ideolojisi
doğrultusunda işini iyi yapardı; zeki ve kurnazdı. Daha ne olsun?.. Yeni Asır’dan
yetişmiştir. Ahmet Altan’ın takımdandır, FETÖ’cülerin karargahı “Taraf” gazetesi ile
ismi özdeşleşmiş idi. 15 Temmuz darbesinden sonra kayıplara karıştı. Beyaz Türk

olduğu için, onu Bebek sahilindeki kafelerde veya Cihangir’in bohem ortamlarında
bulabiliriz.
MURAT BİRSEL: Yine ben geldiğimde gazeteden az önce gitmişti. Daha sonra
ünlü bir yazar ve televizyon yorumcusu olan bu her zaman genç görünümlü seçkin
insan da, Yeni Asır’dan yetişti. Çoğu yakın dostum olan İzmir’in ünlü Birsel ailesine
mensuptu. Eski Bakanlardan Münir Birsel, ünlü yazar Salah Birsel, Büyükelçi ve
ressam İsmet Birsel, ünlü hukuk profesörü Mahmut Birsel, ünlü müteahhit Gün Birsel,
ünlü Müzik yazarı Üner Birkan’ın eşi Sezen Birsel Birkan bu ailenin tanınmış
isimlerindendir. Eşi, bir dönem Hürriyet gazetesinde yazmış olan ve Yalan Dünya gibi
enfes televizyon dizisi veya “Jet Sosyete” isimli berbat dizinin yıldızı Gülse Birsel’dir.
LEVENT TÜZEMEN: Sayfa sekreterlerinin kumanda odasında sandalyesi üzerine
kartal gibi yayılarak terminalde bir virtüöz gibi şahane sayfalar yapan özellikle spor
sayfalarında harikalar yaratan bir genç güzel adamdı. Üstelik çok yakışıklıydı, itinalı
giyinirdi. Sempatik ve esprili bir rahatlatıcı havası vardı ama işinde epey ciddiydi.
Günümüzde atv-spor kanalında futbol yorumlarını yıllardır izlediğimiz Levent
Tüzemen, işte bizim Yeni Asır’ın gözde gazetecilerinden biriydi. Onu televizyonda
Erman Toroğlu’nun yanında izlerken hele hele taraftarı olduğu Galatasaray’ın
maçlarının ustaca kritiğini yaparken epey gururlanırım. Bu arkadaş ile geçmişte omuz
omuza çalıştık derim. içimden kabarırım.
TANJU ATAŞER: Aklıma geldikçe gözlerimin ıslandığı bir hüzünlü portredir. Yiğit,
uzun boylu, kadirşinas ve uysal görünümlü bir baş sayfa sekreterlerimizdendi. Üstelik
işlek bir kalemi vardı, köşe yazardı Yeni Asır’da Kadir İnanır tipinde ağır abi
havalarında olsa da, içinde çocuksu bir sevgi mayası vardı. Hele hele, Balıklıova’dan
söz açılınca hemen sanki sandalına atlar, yelkenini açar ve o sahillere kendini atmak
isterdi. 2005 yılında onu kaybettik. 56 yaşındaydı. Şimdi Yukarı Narlıdere
Kabristanı’nda uyuyor. Ardından tertemiz bir isim bıraktı.
BURHANETTİN KAMAY: Sayfa sekreterleri ve yazı işleri müdürleri içinde en
sakin, en çelebi, en efendi, en mütevazi bir gazeteciydi. Bağırıp çağırdığını, kulis
çevirdiğini, birini işten attığını hiç görmedik. Kibar ve işini iyi yapan çalışkan bir
emekçiydi.
AYTAÇ SEFİLOĞLU: Yeni Asır’ın Ekonomi Servisi’nde arı gibi, karınca gibi
çalışan çok içtenlikli bir arkadaşımızdı. Sonra Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO)
Basın Müşaviri oldu. Ben bu odanın isteği üzerine Ege Basın Tarihi’ni yazarken bana
çok destek oldu ve odanın arşivini gözlerimin önüne serdi. Hep candan, hep yüksek
ruhlu, hep güler yüzlü idi; soyadına hiç benzemezdi. Ne yazık ki yine amansız
hastalıktan 2000 yılında onu kaybettik. Birlikte çalışırken arada sırada mide
ağrısından kıvranırdı. İşte o ağrı, aramızdan ayrılışının işaretleriymiş. Ardından uzun
süre anıldı, anma toplantıları ve sevgi gösterileri yapıldı. Ne mutlu ona, yüzlerce
gazeteci arkadaşı onu hiç unutmadı. Vefatından bir yıl sonra Gönül Soyoğul, 18
Nisan 2002 tarihli Yeni Asır’da “Oralar nasıl Aytaç?” başlıklı duyarlı bir yazı yazdı.
MUZAFFER DEMİRELLİ: Benim gazeteye girdiğim 1980 yılları başında ekonomi
servisimiz tek kişilik bir masadan idare ediliyordu. Masada da epey yaşlanmış
Muzaffer Demirelli isimli bir emektar gazeteci bulunmaktaydı. Beyaz saçlı Muzaffer
Bey, sabahları damladığı Ticaret Odası, Sanayi Odası, İhraçatcı Birlikleri, Tariş,
Borsa gibi merkezlerden ayaklarına giderek aldığı veya telefonla istihbar ettiği
haberleri o zamanlar gazetede sigara içmek serbest olduğu için ağzında sigarasıyla
masasına kapanarak daktiloda yazardı. Direkt Erdal Şafak’a bağlı çalışırdı. Ancak
daktilolar kaldırılıp bilgisayara geçilince bu emektar gazeteciye de evine gitmek
kalmıştı.
Çok yaşlı bir ekonomi muhabiriydi ama borsa, odalar ve esnaf kesimini avucunun

içi gibi bilirdi. Yeni Asır’a ilk girdiğim 1982 yılında onun masasının hemen arkasındaki
masada çalışırdım. Daha bilgisayara geçmemiştik, herkesin önünde daktilosu vardı.
Muzaffer abi sigarasın yakar, o vaziyete telefonla borsa işlemlerini takip eder
“Buğday kaç para oldu, zeytinyağı fiyatları fırladı mı?..” diye sabahtan akşama tiyo
alırdı. Sonra çata pata daktilosuna saldırırdı. Çok da sigara içerdi, o sıralar daha
gazetede sigara içmek Dinç Bilgin tarafından yasaklanmamıştı; bir yandan yan
masadan Türkan Kasapoğlu, öte yandan Muzaffer abi ortalığı özellikle benim masamı
duman bulutlarının cümbüşüne sokarlardı. Başından geçen gazetecilik olaylarını
“Anılar ve Olaylar” isimli bir kitapta topladı. Alaybey semtindeki evine bir gün misafir
olduğumu hatırlıyorum. Hafifçe gizli çapkın olduğunu da hissetmiştim. Hem de o
yaşta!
EREN GÜNEŞ: Yeni Asır’ın en kaliteli ve çok tanınan muhabirlerinden biriydi.
Kibar, yakışıklı, atletik ve örnek bir gazeteci olarak akıllarda kaldı. Bir süre gazetecilik
yaptıktan sonra meslekten ayrıldı ve kendi işinde ilerledi. Selam ona.
OĞUZ ÖZERDEN: 1980 sonrası gazetemize gelen ve bir ara Yayın Kurulu üyesi
de olan Oğuz Özerden, sevimli, güler yüzlü, ileri görüşlü modern bir gençti.
Yurtdışına açılma ve hep dünyayı tanıma hevesi içindeydi. İlk yurtdışına gidişinde
İngiliz Konsolosluğu’na tavassut ederek vize alışına yardımcı olduğumu hayal meal
hatırlıyorum. Oğuz sonra arkadaşlarıyla ALO BİLGİ’yi kurdu, oradaki başarısı
sonucunda Bilgi Üniversitesi’ni yoktan yarattı ve Müteveli Heyeti Başkanı oldu. Hep
başarılıydı, hep ileri görüşlüydü. Onu daha iyi tanımak isteyenler 24 Mart 2002 tarihli
Hürriyet’te yayınlanan “Öğrencileri boykota kışkırttım” başlıklı Emel Armutçu’nun
onunla yaptığı söyleşiyi okumalıdırlar. Oğuz “öğrencileri” derken,, patronu olduğu
üniversitenin öğrencilerini kastediyor, ekleme yapalım bu noktada. İlginç değil mi?.
DURMUŞ ODABAŞI: Ben kendisini yazı işlerinde editör iken tanıdım.
Masalarımız karşılıklıydı. Pinpon tipli, zayıf, ama hep hayatın mizahi taraflarını
arayan, ağına düştün mü yıllarca seni makaraya almaya niyetli, güngörmüş bir
adamdı. İşini iyi yapar, yazım kurallarına çok itina ederdi. İlk kitabım 1984’te
“Halikarnas Kadırgası” ismiyle yayınlanmıştı. Masa masa dolaşıp tüm gazetedeki
arkadaşlara kitabımı imzalayarak armağan ettim. Durmuş Beyefendiye de imzaladım,
önüne bıraktım. Masama döndüm. Az sonra, viyuuuvv diye havada uçan kitabım
çaaat diye masamın üzerine düşmez mi?. Durmuş Beyefendi çok sert bir şekilde
masasından bağırdı: “Soyadımı doğru yaz lan!.” Kitabı açtım baktım, Odabaşı
yazacak yerde Odabaşoğlu yazmışım. Kendisine baktım. Dövecek gibi bakıyor.
Burnundan soluyor. O an düşündüm, gidip şu adamı döveyim mi diye. Ama içime de
bir kurt düştü. Ya makara yapıyorsa? Her zamanki gibi. Aldım yeni bir kitap. Yeniden
doğru ismini yazdım. İmzaladım. Gittim önüne bıraktım. Pür ciddiyet ilk imzalı sayfaya
baktı. Sonra, aferin dedi. Yan masadaki Selamettin Bayındır gülmekten katılıyordu.
Durmuş baba ile çok seviştik. Hala elinde kalem köşe yazarlığı yapmakta.
HÜSEYİN YOLDAŞ: Yeni Asır’da tanıdığım en mert insanlardan biri Hüseyin
Yoldaş idi. Hakikaten yoldaş olunacak yürek temizliğine sahipti. İşinde titiz, haksızlığa
karşı direnen, ekmeğini namusuyla kazanmak başka derdi olmayan bir gazeteciydi.
Yazı işlerinde, Ege Masası’nda ve çeşitli görevlerde çalışırken hiçbir meslek ve ahlak
falsosu yapmadı, yüreğimde onu en başlara yazdık. Sonra Milliyet ve Dokuz Eylül
gazetelerinde çalıştı..
MEHMET ALİ OKUMUŞ: Spor basını dalında uluslararası ödül almış bir usta
gazeteciydi. Şık giyinen, Rotary Kulüp üyesi, modern yaşamasını bilen bir
ağabeyimizdi. Gerçekte benim gibi mühendis kökenliydi, Makine Mühendisiydi.
Objektifin sihrine kapılmış gazetecilikte kanatlanmıştı. Uzun yıllar Türkiye Spor
Yazarları Derneği İzmir Başkanlığını yaptı. Çok sevişiriz. Meslekteki kötü insanlara ve

vahim yöneticilere karşı ortak hıncımız vardır.
FEYZİ HEPŞENKAL: Uzun yıllar Yeni Asır’da ve Hürriyet Ege ilavesinde köşe
yazarlığı yaptı. Politik ve yerel yönetim kulisine hakim bir kalemi vardı. Zaman zaman
mizah ta yaptı. Karşıyaka’nın simge çarşı esnaflarında Fehmi Hepşenkal’ın (Çorapçı
Fehmi) büyük oğlu idi.. Yeni Asır ve Hürriyet ile başlayan gazetecilik kariyeri, Star
gazetesi Ankara temsilciliği, Ahmet Priştina döneminde İZFAŞ genel müdürlüğü ve
Milliyet Ege köşe yazarlığı ve en son Gazete Karşıyaka yönetmenliği ile devam etti.
Meral Akşener’in İYİ Partisi’nden İzmir’de Milletvekili aday adayı olarak içindeki saklı
daimi politikacılık hevesini eyleme geçirmek istedi, listeye konmadı. Patron katlarına
pek yakın, efendi ve renksiz bir gazeteci olarak iz bıraktı.
OSMAN ve CEM ÖKSÜZ: Osman Öksüz’ü, ne yazık ki erken yaşta bir trafik
kazasında görev başında kaybettik. Hızlı ve babacan bir foto muhabiriydi. Her işe deli
gibi koşardı. Yine bir gazete haberi esnasında trafik kazasına kurban gitti. Oğlu Cem
Öksüz bize yadigâr kaldı. Onu, önce karanlık odada sonra yazı işlerinde babasının
mesleğinde istihdam etti patron Dinç Bilgin. Cem Öksüz, bir gün bana bir fotoğrafını
armağan etti. Arkasına yazdığı birkaç cümle beni ağlatmıştı: “Babamı çok sevdin,
severdin. Ben de seni çok seviyorum. Hem babasıyla hem oğluyla çalışıyorsun. Çok
mutlu olmalısın. İkinci babam Yaşar Aksoy’a. (Küçük Osman) Cem Öksüz. 22
Temmuz 19959
OSMAN GENÇER: Aslan yelesi gibi uzun saçlarıyla ince uzun endamıyla
önceleri spor servisi şefi, daha sonra genel yönetmenliğe kadar yükseldi. Gözü hep
yükseklerde ve şık koltuklarda idi.
ABDİ KARAGÖZOĞLU: Gördüğüm en kibar, efendi ve çalışkan gazetecilerin
başında gelirdi. Spor dalında uzmandı. Daima tatlı yüzlü ve hep sevimli bir
centilmendi. Spor Servislerinin paldır küldür aceleci ve hırgürlü ortamının içinde
sakin, ağırbaşlı ve kibar yöntemlerle afacan ve ele avuca sığmaz genç spor
muhabirlerini ustalıkla yönetirdi.
SERMET ÖGE: Daima işinin başında, kalemi ve imlası kuvvetli, sanattan
anlayan, fotoğraf çekiminde usta bir muhabirdi, ama daha sonra istihbarat şefliği ve
haber müdürlüğü de yaptı. Ağırbaşlı, sessiz, kimseyle hesabı olmayan, içinden iktidar
ihtirasları geçmeyen dakik bir muhabirdi. Fotoğraf donanımını kedi sever gibi okşar,
temizler, işe hazırlardı.
BARIŞ SELÇUK: Barış, gazetecilik mesleğinde çok erken vefat etmiş bir başka
kardeşimizdir. Gazeteye girdiğinde Alsancak’taki Maliye müdürlüğünde çalışan
hanımcık bir kızla evliydi. Onun hakkında dikkatli düşünmeli ve yazmalıyım. Çünkü
günümüzde bir gazetecilik sembolüdür ve ismine layık bir gazetecilik yarışması her
yıl yapılmaktadır. Barış Selçuk, solcu olduğunu saklamayan, attığı her adımı bilinçle
atan, ne yaptığını bilen bir gençti. Koskoca sağcı Yeni Asır gazetesinde “Deniz
Gezmiş” dizisi yapan ve yayınlatan bir gazeteciydi üstelik, ne yapacağını biliyordu,
kendi yolunda tutarlılığa sahipti. Arkadaşları tarafından çok sevilirdi. Çok bilmişti,
üstelik kasıntı değil mizahi ve matrak bir yapısı vardı. En ciddi anlarda komik bir yön
bulabilirdi. SHP Genel Bakanı Erdal İnönü’yü bile güldüren bir gazeteciydi, hoş Erdal
Bey de her an gülmeyi bekler bir yumuşak haldeydi zaten. Onu Ankara’da bir trafik
kazasında yine muhabir Hande Mumcu ile birlikte kaybettik. Şimdi o bir sembol. Tam
burada çok dikkatli yazmalıyım. Gazeteden haksız yere kovulup bunun üzerine
Ankara’ya gitmesine yol açan sebep neydi? Ankara’da trafik kazasında öldüğüne
göre, Barış Selçuk’u gazetesinden ve hanımından ayırarak ölüm yolculuğuna
çıkarmışlardı. Kimdi buna sebep olanlar?
UĞUR İŞVEN: Sarışın, mavi gözlü, kibar ve ağırbaşlı bir muhabirdi. Hangi işe
gittiyse hepsinin haberini başardı. Türkçesi iyi, saygın, düzgün bir kişiydi. Yönetim

tarafından, mesai saatlerinin dışında muhabirlere “Habercilik ve Türkçe Yazım”
konulu bir seminer vermem istendi. Çünkü gazetede çok imla hatası vardı. Boş bir
salonda toplandık. Baktım tümüyle küçük genç muhabirler gelmişti, ekabir muhabirler
tenezzül bile etmemişlerdi. Ama kafaların arasından Uğur İşven’i de gördüm. Elinde
kalem kağıt not tutarak beni dinlemeye gelmişti. O da gazetenin yetişmiş ve ağır
muhabirlerinden biriydi. Ama belki bir şeyler öğrenirim diye üşenmemiş gelmişti beni
dinlemeye. Sonuna kadar da dikkatle izledi. Uğur İşven, gazetecilikte her göreve layık
güvenilir bir arkadaşımızdır. Üniversite öğrencisi gibidir hala.
YÜCEL VE ÖNCEL ÖZİÇER: Uzun yıllar muhabirlik yapan ve Magazin
Servisi’nin yükünü çeken Yücel arkadaş sakin huylu, suskun, kibar ve çalışkan bir
genç kızdı. Asil bir aileye mensuptu. Sorunsuz bir şekilde işini iyi yapar, sessizce
gazeteye gelir ve giderdi. Sonra İzmir çapında ünlü bir futbolcuyla evlendi; soyadı
Elidemir oldu.
Gazetecilik çizgisi, Yeni Asır’dan sonra Kipa basın müşavirliği, Sabah gazetesi,
yeniden Yeni Asır olarak devam etti. Gazetenin magazin sorumluluğunu da yıllarca
üstlendi. Kardeşi Öncel Öziçer ablasından sonra Yeni Asır’a girmişti. Ablasından farkı
epey bohem ve kabadayı ruhlu olan Öncel, kaleminin güçlü ve de ısırıcı-delici olması
sebebiyle köşe yazarlığına giden yolu kolayca aştı. Yeni Asır’da ve Sabah
gazetesinde uzun süre yazarlık yaptı. Toplumsal sorunlara parmak bastı. Eli maşalı
bir üslubu vardı; o yüzden epey okunurdu. Milli Takım antrenörü Fatih Terim’in
Alaçatı’da köpekleri itlaf etme niyetini yazdığı için, Terim’in şikayeti üzerine SABAH
gazetesi ondan yolunu ayırdı. Şimdilerde Dokuz Eylül gazetesinde yazmakta.
EKONOMİ PRENSESLERİ: Ekonominin prensesleri deyince ilk aklıma gelen
Ergül Satıç’tır. 1980’lerde Yeni Asır’da Erdal Şafak’ın yanında başasistanı gibi
çalışan bu donanımlı bayan arkadaşımız, hem kalemiyle, hem de sayfalara
hâkimiyetiyle daima başarılı oldu. Hürriyet Ege’de ekonomi sayfalarını yöneten bu
arkadaşımız uzun yıllar işini çarçabuk yapması ve daima öteki günkü sayfayı
düşünmesiyle aklımda kaldı. Eşi rahmetli Ümit Satıç da, gazetemizde gözde ve özenli
giyimiyle aklımdan hiç çıkmayan efendi ve ağırbaşlı bir sayfa sekreterimizdi.
FİLİZ ÇİÇEK: Aytaç Sefiloğlu’nun ardından Yeni Asır’da Filiz Çiçek, ekonomi
dalında parladı. Ağırbaşlı, işinde titiz, çalışkan bir genç kız olan Filiz Çiçek, giyimi
kuşamı ve tavırlarıyla daha çok eski Babıali’nin oturaklı bayan muhabirlerine
benzerdi, bizim İzmir’in delifişek genç kız gazetecilerinden daha seçkin ve oturmuş
bir olgun havası vardı; yıllar sonra çok başarılı bir çocuk kitapları yazarı oldu. Aytaç
Sefiloğlu ve Filiz Çiçek, daha önceden yine Yeni Asır’da çalışmış olan ve hala
ekonomi dalında Hürriyet Ege’de ter döken ve duayen demekten kendimi
alıkoymadığım ve bu alana hayatı boyunca çok emek vermiş olan Ergül Satıç, bizim
gazetenin Ekonomi Prensesleri idiler.
NİZAMETTİN BEDİR: Onu, 28 Nisan 2013 günü kaybettik. Narlıdere Belediyesi
basın danışmanıydı. Ama bu tarihten 20 yıl önce Yeni Asır’da omuz omuza çalıştık.
Koyu Fenerliydi. Ele avuca sığmaz, çok sevimli komedi filmlerinden fırlamış gelmiş
gibiydi. Kemal Sunal onu tanımış olsaydı mutlaka transfer ederdi. Kendini çok
sevdirdi. Ardından gözyaşı döktük. Ardından gazete sayfaları da gözyaşı döktü:
“Gazeteci Bedir sonsuzluğa uğurlandı” başlığının altında 27 Nisan ve 28 Nisan 2013
tarihlerinde şu haberler yer aldı:
İzmir’de uzun yıllar gazetecilik yapmış olan İzmir Gazeteciler Cemiyeti üyesi ve
Narlıdere Belediyesi eski basın danışmanı Nizamettin Bedir, bir süredir tedavi
gördüğü hastalığa yenik düştü. Yeşilyurt Çiftlik Camii’nde kılınan ikindi namazının
ardından Narlıdere Yukarıköy Mezarlığı’nda toprağa verildi. Çok sayıda seveni,
meslektaşları ve yakınları tarafından gözyaşları içinde son yolculuğuna uğurlanan

Nizamettin Bedir için Narlıdere Belediyesi önünde de saygı töreni düzenlendi.
İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel
Başkanı Atilla Sertel, “İzmir basınının gülen yüzü, çevresi tarafından sevilen, sayılan
meslektaşımız Nizamettin Bedir’i genç yaşta kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz.
Bedir, ardında güzel anılar ve çok sayıda dost bıraktı. Bizler onu daima gülen yüzüyle
hatırlayacağız, ismini yaşatmak için elimizden gelen gayreti göstereceğiz.
Nizamettin’e Allah’tan rahmet, geride kalan ailesi, yakınları ve İzmir basın camiasına
başsağlığı dilerim” dedi. Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur ise, “Kardeşim,
arkadaşım, şahsıma ve belediyemize büyük emekleri olan Nizamettin Bedir’i
kaybetmenin derin üzüntüsündeyiz. 2 yıldır yaşama tutunmaya çalışan Nizamettin
Kardeşim, maalesef artık aramızda yok. Emekleri, dostluğu, belediyemize ve bana
kattıkları için ona teşekkür ediyorum. Eşine ve kızına, ailesine ve sevenlerine
başsağlığı, Nizo’muza Allah’tan Rahmet diliyorum” dedi.
Bir yıl sonra 10 Ocak 2014 günü Çalışan Gazeteciler Günü’nde Narlıdere
Belediyesi tarafından Narlı mahallesinde “Nizamettin Bedir Parkı” törenle açıldı.
İSMAİL ÖZPAZARCIK: Magazin servisimizde arı gibi çalışıp daha sonra magazin
tarihi konusunda kitap yazar tek muhabirimiz İsmail idi. Tanıklarıyla bir popüler kültür
yolculuğu tadındaki “Alaturka Hayatlar, Alafranga Masallar” başlıklı kitabını zevkle
okudum ve hala kütüphanemde saklarım. “Şahsi Tarihimiz ve Biz”altbaşlıklı bu
kitapta İsmail Özpazarcık, magazin tarihimiz içinde bizi zevkli bir yolculuğa
çıkarmakta. 1990’larda kibar, zarif, çalışkan bir genç idi. Aferin ona.
BERKANT KİPÖZ: Uzunca boylu, gazetecilik heyecanın her an yaşayan,
donanımlı bir genç adamdı; üst katlarda İdare Müdürü olarak çalışan Ceyda Kipöz’ün
eşiydi. Hem muhabir havası hem de editör yeteneği vardı. Gazetede çok daha üstün
görevlere gelmesini beklerdim. Yine de çalışkan ve bilgiç bir aydın olarak Yeni
Asır’dan temiz isim bırakarak gelip geçti.
VOLKAN ÖKSÜZ VE ÖNDER ÇORLU: Volkan, gazeteye çok genç yaşlarda
geldi, yakışıklı ve temiz giyimli idi. Özellikle magazin dalında kendini geliştirerek ve
arkasında saygın bir isim bırakarak daha sonra İstanbul’a gitti ve yüksek düzeyde
İstanbul magazini ile ilgilenerek ismini televizyonculukta da pekiştirdi. Magazinci
denince insanın aklına Paparazziler gelir. Volkan beyefendi ve olgun bir genç olarak
Paparazzi’nin tam tersi bir güvenilir portre çizdi. Tüm sanatçıların ve ünlü yıldızların
beğenisini ve güvenini kazandı.. İstanbul’da televizyon yönetmeni olmak kolay mı?..
Pek severim kendisini. Volkan’ın kankası Önder Çorlu’yu da burada anlatmam gerek.
Önder Çorlu, babası sağcı terörisitler tarafından öldürülmüştü. Genç yaşta dul kalmış
bir sevimli Alevi ananın mangal yürekli oğlu idi. Gazetemizde polis-adliye muhabiri
olarak iz bıraktı. Manisa’da 1979’da babasının cenaze törenine katılmıştım. Şimdi
İstanbul’da Volkan ile Önder kader birliği yaparak ve günümüzün medya koşullarına
direnerek çalışıyorlar. Arada buluşup okey oynarlarken bana fotoğraf göndererek
beni imrendirirler. Evet bu keratalara çok imrenirim.
YUSUF ÇINAR: Hala elinde fotoğraf makinası ile haber peşinde koşan bir
magazin muhabiridir. Oğlunu da magazin muhabiri olarak yetiştirdi. Yusuf, gençlik
yıllarında Alaybey Tersanesine memur olarak işe girdi. İşinden arta kalan zamanda
bize kadrosuz muhabirlik yapardı. Sonra tamamen mesleğin içine daldı. Kadrolu Yeni
Asır muhabiri oldu. Sabahtan gece yarılarına kadar haber için koştu durdu. Mesleğin
çok çilesini çekti. Emekçinin daniskasıdır. İki olayını anlatayım. Bir akşam Büyük Efes
Oteli havuzunun arkasında ışıklandırılmış küçük çayırda yüksek burjuva partisi vardı.
Gazeteciler de gelmişler fotoğraf çekiyorlar. Yusuf, jet sosyeteden bir tütün
fabrikatörünün genç ve işveli hanımını bir köşeye çekmiş onunla pürdikkat röportaj
yapmakta. Kadın sandalyeye oturmuş, elinde kadeh. Yusuf ayakta, kadının burnunun

dibinde güya not tutuyor. Ama gerçekte kadının füze gibi ileri fırlamış apaçık
göğüslerinin içine düştü düşecek. Ben manzarayı gördüm ama karışmadım. Az sonra
ekabirlerin arasından genel yönetmenimiz Saruhan Ayber beni çağırdı. “Napıyo lan
bu herif? Kadını içine girmiş. Ayıp lan!. Git uyar onu” dedi.
Meğer uzaktan manzarayı izliyormuş. Yavaşça arkadan dolanıp Yusuf’un yanına
gittim, kolundan çekerek kulağına eğilerek uyarmaya başladım. Yusuf bana dönüp
bakmadı, manzarayı filme çekercesine işine devam etti, ama alttan bana topuğu ile
tekme atmaya başladı. Hiç bana aldırdığı yok, “Git başımdan” diyor. Neyse röportaj
yazımı bitti de rahatladık.
Bir başka hatıra. Yusuf bir gazetecilik yarışmasında önemli ödül aldı. Ben o
sıralar köşe yazarıyım. Köşe yazımda Yusuf’u öven bir yazı kaleme aldım. Yazı o
esnadaki bayan genel yönetmeninin önüne gitti. Ama birkaç gün geçti, yazı
basılmadı. Biraz daha bekledikten sonra genel yönetmenin dibindeki diğer
eşbaşkana sordum. Ne dese beğenirsiniz?. Efendim, gazete elemanlarını gazete
köşelerimizde övmek yasakmış, etik değil imiş. Ulan bir emekçi ödül almış, neden
onu yazmayalım?. Hep toplumu sömüren arsız burjuvaları, hırsız politikacıları,
yavşak mafya artıklarını, fahişe artistleri mi öveceğiz? Solcu geçinen o genel
yönetmenin aslında ruhunun derinliklerinde ne azılı faşist olduğunu bir kez daha
anlamıştım. Yusuf’la bazen o olayı konuşur, kalayımızı çekeriz.
SEDAT PİŞİRİCİ: Karayağız, beyaz tenli, uzun boylu, ağırbaşlı ama daima
esprili, civanmert bir kardeşimizdi. Gazetenin prestij muhabirleri arasındaydı. İzmir
Gazeteciler Cemiyeti’nin İsmail Sivri başkanlığında Kıbrıs gezisine birlikte gittik.
Dr.Fazıl Küçük’ün mezarı başında birlikte saygı duruşunda bulunduk. Sedat Pişirici
daha sonra İstanbul’a gitti, gazeteciliğe ve halkla ilişkiler mesleğine devam etti. Şimdi
yine halkla ilişkiler üzerine İstanbul’da çalışmakta. Hoşsohbet, cemiyetçi ve yıllar
geçse de yolundan dönmeyen sosyalist bir arkadaşımızdır. Düzenlediği televizyon
proğramları, yandaş medyanın tam tersinde özlediğimiz konuları içermekte. Yeni
Asır’da havalarından yanlarına yaklaşılmayan, güya hızlı solcu bay veya hele bayan
nice arkadaşlarımız vardı, hepsi Kapitalizme şirin görünmek için inanılmaz taklalar
attılar. Sedat Pişirici ise, hep aynı kaldı.
FATİH ŞENDİL: İri yarı, babacan, eli çabuk, sevimli bir gazetecidir. Tam 31 yıldır
Yeni Asır gazetesinde alnın teri ve emeği ile çalışan muhabir Fatih Şendil sevdiğim
bir gazeteci kardeşimizdir. Hala görev başındadır. Babası Fahrettin Şendil’den emek
bayrağını devralmış ve yolunda azimle yürümektedir. Severim kendisini.
YILMAZ SOYTÜRK ve HAKAN YİĞİT: Yapışık kardeş gibiydiler. Gazete
binamızın içinde yazı işlerinin bir köşesindeki Sabah gazetesi temsilciliğine
bağlıydılar. O zamanki temsilci Erhan Ünver’in emri altındaydılar. Havada uçan kuşun
haberini yap desek, gider kuşu havada yakalar haberini şak diye yaparlardı.
Ellerinden hiçbir şey kaçmazdı. Efendi, uyanık, cankuş çocuklardı. İyi ekiptiler.
Hakan’dan sonra ekibe Muzaffer Oktay katıldı. Yılmaz, tam teçhizatlı balıkadamdı.
Deniz dibi yolculuklarında kankası Hakan Akarcalı idi. Bizim Balıklıova köyüne
gelirler, ikisi gece denize dalarlardı, sabah denizden çıktıklarında Karaburun’a gidip
denizin altından geri döndüklerini söylerlerdi, meğer beni yiyorlarmış. Oysa Balıklıova
körfezinde tur atıp, balık avlarlarmış. Yedik yani bunları.
SÜHA GÖKLÜ: Gazeteden önce de güzel bir arkadaşımdı. Fotoğraf ustası
olduğu için gazeteye aldılar. İşini bilen, tertemiz ruhlu, çalışkan, emekçi bir kişiydi.
Canla başla çalışıp, evine, çocuk çocuğuna ekmek parası götürdü. Özledim
sevimliliğini ve çalışkanlığını..
SÜHA BAYKAL: Özdemir Hazar’ın ölümünden sonra halkın dertleriyle ilgilenen
bir yazarımız olması istenmişti. Konak eski Belediye Başkanı, ilk önceleri sosyalist,

sonra ANAP’lı, sonra SHP’li, sonra Perinçek yanlısı Aydınlıkçı olan ve ağır politik
kimlikli Süha Baykal’a bu yazarlık görevi, oda, sekreter ve araba ilavesiyle tahsis
edildi. Yıllarca bu görevi sürdüren Baykal’ın, Dert Babası Özdemir Hazar’ın
boşluğunu doldurduğu söylenemez. Çünkü yaşlı ve bir ayağı sakat, eli bastonlu
Özdemir baba, haberin ayağına giderdi. Süha Başkan ise, mükellef odasında haberi
telefonla, gelen faks mesajlarıyla ve sekreterleriyle idare ederdi. Havasından da
yanına varılmazdı. Geldi geçti, iz bırakmadı. Rahmet dilemeliyiz.
AHMET KÖKÇÜ: Sakin ruhlu ve efendi, işinde pek titiz, ciddi bir genç
gazeteciydi; ancak kalemi ve röportaj becerisi hayli üstündü. Bu özelliğini bir ara
transfer olduğu Gazete Ege’de gösterdi ve sayısız güzel röportaja imza attı; bu
yazılarını özenle takip ettim. Aynı imkanı bir daha ona vermediler. Halbuki efendi
yapısıyla çok daha başarılı bir araştırmacı, röportaj ustası olurdu. Nedense
gazetecilikte cazgır olacaksın, ancak o zaman yükselirsin. Şimdilerde Yeni Asır’da
yine editörlük görevine devam ediyor.
CEM ULUTAŞ – FİKRET KARAGÖZ: Yapışık kardeş gibiydiler. Donanımlı
gençlerdi. Habere birlikte giderler, haberlerini birlikte yazarlar, akşam olunca
gazeteden birlikte çıkarlardı. Bu beraberlikleri, bana hep yapışık kardeş gibi dolanan
Yücel Arı – Süha Göklü ikilisini hatırlatmıştır. Cem ve Fikret, gazetede epey
çalıştıktan sonra başka medya organlarına savruldular. Arada sırada imzalarını
gördüm, sonra izlerini kaybettim.
NEVZAT DÖNMEZ: Yanılmıyorsam 1985’lerde Almanya’dan gazetemize transfer
olmuştu. Yeni Asır’ın alt katındaki yemekhanede bir öğle yemeği esnasında
tanıştığımızı sanıyorum. Efendi, çok kibar ve eli çabuk bir gazeteciydi. Yıllarca
beraber çalıştık. Dinç Bilgin’in elinden çıkan gazetede daha sonraları üst mevkilere
kadar ilerledi. Bölge politikasını ve özellikle CHP kulislerini iyi bilen bir
arkadaşımızdır; üstelik sevgili eski Konak Belediye Başkanı Ahmet Sarışın’ın can
dostudur. Şimdi Yeni Asır’dan çok uzaklarda başka yayın organlarında imzasını
görüyorum. Gazetenin tepelerine yerleşmiş bay veya özellikle bayan çakallara karşı
tepkilerini kutlardım.
ERTAN SAYIN: Ertan Sayın da muhabirlikten gelerek haber müdürlüğüne
yükselen bir kardeşimizdi. Uzun yıllar ekmeğini taştan çıkardı ve çilekeş mesleğin
eziyetlerini yaşadı. Her eli çabuk ve uyanık muhabir gibi, polis adliyeden politikaya
kadar bir çok alana girdi ve çalışıp çabaladı. Konak Belediyesi Basın Müdürü oldu.
MURAT ŞAHİN: Son dönemde yani 2010 sonrası Yeni Asır’da parlayan kibar ve
düzgün giyimli, bir banka yöneticisi eşgalinde çalışkan bir muhabirdi. Haber peşinde
kibarca koşar ve haberini doğru düzgün yazardı. O da Yeni Asır’dan çok uzaklarda
artık. Başarılarını devamını isteriz.
AHMET AYDIN AKANSU: Yeni Asır’ın Karşıyaka muhabirleri arasında Fatih
Çekirge’den sonra gelen en afacan muhabirlerin başında gelirdi. Hep gülümsediği
için kapalı her kapıyı açmasını bilen, haberini çabuk yapmaktan yana, sevimli, güle
bir arkadaşımızdır. Daha sonra TRT’de önemli görevlere geldi. Halen ikimizin de yazı
yazdığı Karşıyaka-Life dergisinde gezi yazılarını parlatmakla meşgul, bu arada
Milliyet Ege ekinde de gazete yazılarıyla bizi epey gezdirdi. Çok severim kendisini,
gördüğümde hep yanağından kesme alırım. Zaten kesme şeker gibi adamdır.
Ahmet Aydın kardeşimin mesleğinde ilerledikten sonra açtığı fotoğraf sergileriyle
fotoğraf sanatında isim sahibi olduğu ispat etti. TRT İzmir Basın Halkla İlişkiler
Müdürlüğü’nde görev yapan Ahmet Aydın Akansu, ilk kişisel sergisini İzmir
Büyükşehir Belediyesi Çetin Emeç Sanat Galerisi’nde açtı. “Kocatepe Sergisi” ismini
taşıyan sergide, Cumhuriyetin 80 yıldönümünde İzmirli dağcıların Afyon
Kocatepe’den İzmir’e gerçekleştirdiği yürüyüşe ait 67 eseri sergilendi. 45 dereceye

varan sıcak altında 350 kilometrelik yürüyüşte dağcıların yaşadığı zorluklar böylece
belgelendi. (9 Eylül 2004)
Uzun yıllar çeşitli gazetelerde çevre yazıları yazan gazeteci Ahmet Aydın
Akansu, mesleğinin 25.nci yılında ise birbirinden güzel fotoğraflardan oluşan bir
fotoğraf sergisi açtı. Karşıyaka Belediyesi Sanat Galerisinde açılan “Doğadan ve
Yaşamdan” adlı sergide, çoğunluğu sonbahar ve yaz aylarında çekilen fotoğraflar
soğukların yaşandığı günlerde yürekleri ısıttı. İnsanlar ve doğanın ayrılmaz bir bütün
olduğunu işleyen fotoğraf sergisinde dünyaca ünlü düşünür, bilim ve devlet
adamlarının çevre ile ilgili önemli sözleri de yer aldı. 65 adet fotoğrafın bulunduğu
serginin açılışında canlı klasik müzik eşliğinde ağaç fidanı da dağıtan çevre gönüllüsü
Ahmet Aydın Akansu, fotoğraflardan elde edilecek geliri 2009 yılında Yamanlar
Dağında yanan ormanın ağaçlandırılması için İzmir Orman Bölge Müdürlüğüne
bağışladı. (23 Aralık 2009)
UFUK TÜRKYILMAZ: Yine sevdiğim bir başarılı muhabir de Ufuk’tur. Bizim
Karşıyaka’dandır. Rahmetli babası, Karşıyaka iskelesinin dibinde gazete bayiliği yaptı
yıllarca. Ufuk, babasının yanında çalışırdı çocukluğunda, gazete kokusunu içine çeke
çeke sonunda gazeteci oldu, hem de zımba gibiydi gençliğinde. Haberi ucundan
yakaladı mı, makara ipliği çözer gibi çözerdi. Akşam gazetesi İzmir temsilciliğine
kadar yükseldi sonra.
NEŞET ŞENİZEL: Ağırbaşlı bir sayfa yapımcısı editör idi. Genç yaşlarda
gazeteye geldi, şimdi Sözcü ve Nefes gazetelerinde usta yazı işleri müdürü oldu,
koskoca Sözcü’nün yayın yönetmeni gibi zor ama onurlu bir görevi üstlendi. Epey
çalıştı, didindi. Sonra başardı. Yani eşi ile birlikte meslekte zirveye çıktı. Temiz ruhlu,
efendi ve çalışkan bir arkadaşımızdı.
KENAN KURTKAYA: Yüzlercesini tanıdığım ve sevdiğim emekçi gazetecilerden
biriydi. Sabahtan akşama uğraş veren, haber peşinde koşan. Günümüzde Sözcü
gazetesinin künyesinde önemli bir görevde bulunuyor. Demek ki ekmek kavgasını
başarmış. Haberin kokusunu iyi fark etmesi ve çalışkanlığı ile Yeni Asır’da çalıştığı
yıllardan sonra her gün takip ettiğim Sözcü’nün yazı işleri müdürü oldu. Sade,
reklamsız, efendi bir arkadaşımızdı. Yani kaymak tabaka yalakası beyaz yakalı bir
gazeteci değil, halk tipi sosyal gazeteci idi. (2024 yılı itibariyle Sözcü gazetesi yazı
işleri müdürü)
NUR YILMAZ: Bayan muhabirler içinde gördüğüm en muzip ve sempatik genç
gazetecilerdendi. Hep gülerdi, lafını gediğine yerleştirir, kimseyi kayırmaz, istediğini
fırçalar, istediğini makaraya alırdı. Değişik bir tipti. İşini de iyi yapardı.
MÜSLÜM KARAASLAN: Şimdi onu televizyon ekranlarında ve gazete köşe
yazılarında gördüğümde epey gururlanıyorum. Gazetenin en çilekeş muhabirlerinden,
gece muhabirliğinden adliye muhabirliğine kadar yıpranan, ekmeğini taştan çıkaran
halk çocuğu Müslüm Karaaslan da mesleğinde ilerledi ve hayat kavgasını başardı.
Hatıraların bir kitapta topladı.. Aferin ona.
TURAN GÜLTEKİN: Hem Yeni Asır’da hem de Hürriyet’te birlikte çalıştığımız
Turan Gültekin tam bir haber avcısı idi. İşini tam başarıyla yapan efendi ve çalışkan
bir muhabirdi. Belki yüzlerce hatta daha fazla habere imza attı. Kaliteli ve donanımlı
bir gençti. Her habere, her olaya koştu. İşini tam yaptı.
MEHMET ALİ SÜTLÜ: Gördüğüm en sessiz ve sakin muhabirlerden biriydi.
Efendi bir insandı. İddiasız ama hatasız çalıştı. Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO)
Basın Müşaviri oldu. Yakıştı ona bu görev.
BERK ALTINIŞIK: Sessiz, kaprisi ve gürültüsü olmayan bir çalışkan muhabir idi.
Gözlüklü idi, biraz tombulca idi.. Yıllar geçti, 2021 yılında oğlu ile çekilmiş bir sosyal
medya fotoğrafını gördüm. Yaşı ilerledikçe bayağı yakışıklı bir adam olmuş. Başarılar

ve mutluluklar dilerim.
SÜLEYMAN ACAR: Magazinde daha başarılı bir genç arkadaştı. Kendi
kilosundan ağır fotoğraf ekipmanını yüklenip hızlı adımlarla habere gidişi ve
heyecanla dönüşü gözlerimin önünde. Bazı magazin muhabirlerinin fotoğraf becerileri
başarılı olmasına rağmen haber yazarken zorlanırlardı. Süleyman tam tersine
habere, imlaya ve konuya hakim bir yazı becerisine sahipti. Bu yüzden daha sonra
bazı magazin dergilerinde de başarılı işler yaptı. Sevimli ve atak bir çocuktu. Onu hep
sevmişimdir. Bir Yeni Asır üretimidir.
KADİR DEMİREL: Gerçekte diş doktoru olan bu arkadaşımız gazeteciliğe gönül
vermişti ve yıllarca gazetede muhabirlik yaptı, daha çok magazin ve Can Can
servisine emek verdi. Kibar, saygın ve çağdaş bir tavrı ve beyni vardı. Şimdilerde
“Hipnozla Tedavi” dalında ödüller alan Kadir Demirel işte bu arkadaştır. Dostluğu ile
onur duyarız.
MUSTAFA YILMAZ: Sakin güç derler ya.. Bu tanıma uyan bazı gazeteciler, bazı
muhabirler vardır. Afrası tafrası, gürültüsü patırtısı, cakası olmayan ama iş bitiren,
haberini tereyağından kıl çeker gibi yazıp halleden kişilerdir bunlar. Mustafa Yılmaz
da böyle bir gazeteci idi. İşini en iyi yapar, haberini teslim eder, sonra öğrencinin
okulu terk edip evine yollanışı gibi gazete kapısından çıkıp karanlıklara karışırdı.
Arkasında temiz bir isim bıraktı. Şimdilerde Egeli Gazete’yi kurdu ve pek mükemmel
yönetiyor.
MESUT YILMAZ: Başbakan ile aynı ismi taşımanın getirdiği avantajını hiç
kullanmadı. Sıradan bir vatandaş gibi yaşadı, efendi ve dürüst bir gazeteci olarak
gözümüze girdi. Mütevazi, hep gülümseyen ve centilmen bir muhabirdi. “Ulen
Başbakanım..” diye ona hep takılırdım. Böyle deyince, Türkistanlılara benzeyen çekik
gözlerini kısarak bana hep gülerdi bana. Galiba benim gibi Yörük kimliğine
dayanıyordu. Bunu ona hiç sormadım. Mesut Yılmaz gibi afilli bir isim ona yetiyordu,
daha ne olsun?
ERTAN GÜRCANER: Çok efendi, güleç ve sırıl sıklam terleyinceye kadar haber
peşinde koşan bir muhabirdi. Her gördüğünde hala eğilir, selamı verir. Sarılır
öpüşürüz. Pek severiz keratayı.
HÜSNÜ MENÇE: Veeee karşınızda dev pençeli Hüsnü Mençe… İstanbul
Ekspres, Çanakkale Ekspres, Son Baskı, Demokrat İzmir, Son havadis, Ege Telgraf,
Yeni Asır, Hürriyet, Güneş, Günaydın, Sabah gazetelerinde 40 yılı aşkın çalıştı. Tipik
bir Süleyman Demirel fiziği içindeki tombiş Hüsnü Mençe, elinden kuş dahi
kaçırmayacak kadar hızlı bir polis adliye muhabiri idi. Emniyet ve Adliye çevrelerini
avucunun içi gibi bilirdi. Polis tipi içinde olduğu için, Emniyette ve karakollarda onu
gören resmi kıyafetli polisler hemen selama durulardı. İşsiz kalıp çaresizlik içinde
debelenirken “Dürüstlük öldü ben yaşıyorum” isimli kitabı yayınlandı. Yazan Ümit
Aktaş’tı. Mençe bu kitabında İzmir’de bağımsız belediye başkanı olduğu zaman
arkasında durmayıp ona oy vermeyen İzmir halkına kızdığını belirtiyordu. Oysa bizim
Yazı İşleri sorumluları patron Dinç Bilgin’in emri ile Hüsnü Mençe’yi başkanlığa aday
göstererek, gırgırla karışık ilginç haberler yaptılar, böylece olayı günlerce tiye
almışlardı. Bir Hüsnü ağabeyi lunaparkta salıncağa bindirirler, öteki günü hipodromda
bir beygir üstüne koyar, yarışı ben kazanacağım dedirtirler, sonra sandala bindirip
körfezi ben berrak su haline getireceğim diye beyanat verdirirler, sonra minareye
çıkarırlar az daha ezan okuturlardı. Hüsnü abimiz de olaya epey adapte oldu.
Davasına cumburlop inanıverdi garibim. Ancak seçim günü mahallesinden 3 oy
alınca kafasına Hanya ve Konya dank etti. Rahmetler içinde uyusun.
EMRE ÖZDESTAN: İzmir doğumlu bir genç beyefendiydi. Sayfa sekreteri olarak
ekmeğini kazandı. Vefatından sonra masa arkadaşı Hürol Dağdelen onun için “Sen

halkın içinde isimsiz bir kahramandın. Az önce gözgöze geldik seninle, yine muzipçe
gülüp ‘Heyo. Heyo.’ demiştin” diye yazmıştı. Gönül Soyoğul ve Tanju Ataşer de
ardından vefalı ve duyarlı yazılar yazdılar (9 ve 10.3.2002). Sayfa sekreteri olarak
1990’lar-dan itibaren görev yaptı. Mütevazı, çalışkan, hoşsohbet, işinden başını
kaldırmayan, ailesine bağlı bir çelebi arkadaşımızdı. Erken yaşta kaybettik ne yazık
ki. 8 Mart 2002 tarihinde amansız hastalıktan 47 yaşında vefat etti. Ardından herkes
uzun süre gözyaşı döktü.
ERKAN DOĞAN: Tertemiz yüzlü, efendi, sakin ruhlu bir acar gazeteciydi.
Aklımda ve kalbimde yüzünün asaleti ile yer aldı. Şimdi bir ajans yönetmekte.
EMİNE KANTARCI: Yeni Asır’da en az benim kadar sanat olaylarına düşkün bir
hanımefendi kızımızdı. Hanımefendi dediysem öyle Pollyanna gibi değil, Perran
Kutman gibi hanımefendi, yani bıcır bıcır cır cır konuşkan, komik ve helecanlı ama
canına tak dedi mi yumruk gibi laflar yapıştıran bir muhabirdi. Sanat, konser, opera,
sergi, büyük yazar filan dedin mi ölür ölür dirilirdi. Her senfoni konserine damlar, her
operayı oturduğu yerde ezbere söylerdi. Sonra haberin yazar, masamın üstüne
uzatırdı. Yıllarca abi kardeş gibi çalıştık. Onu çok severim kız kardeşim gibi. İsim
takmışımdır ona, Emma Kantare diye… Bu isim tuttu.
Bu arada bir televizyon anımı buraya aktarmak istiyorum. Bu hatıramın Emine
Kantarcı ile ilgisi yoktur: Yıllar önce Yeni Asır’ın kanalı olan Yeni-TV’de “Kultura”
isimli bir program yapıyorum. Kitap Fuarı başladı, sürüp gidiyor. Bizim gazeteden bir
kültür sanat muhabiri kız, gülmece yazarı ve medarı iftiharımız “Cihan Demirci”ye
bayılıyor, yanıp tutuşuyor. Cihan önceleri kızın gönlüyle biraz eğleşmiş, sonra yan
çizip tüyüp kaçmış. Cihan’ı programa çağırdım. Gazeteye geldi, stüdyoya aldık. Öbür
kapının arkasına o kız muhabiri getirdik, “Cihan seni çok istiyor. Programı ikili
yapacaksınız” dedik. Kızı içeri alıp, röportajı bu muhabir yapacak diye sürprizi
patlattık. Cihan’da şafak attı. Koca boyu kısalıp solucan gibi çöktü koltuğa, gözlerini
kısıp, bakalım ne olacak diye kellesini giyotine uzattı. Neyse bizim kız, her zamanki
bıcır bıcır soru ve sohbeti ile Cihan oğlumuzu azcık ferahlattı. Programın sonuna
doğru yine mercimeği fırına vermişlerdi. Ama program bittikten sonra Cihan yine toz
oldu. Bize de bunları yazmak düştü. Tekrar ediyorum. Bu anlattığım olayın Yeni Asır
muhabiri Emine Kantarcı ile alakası yoktur. İster inanın, ister inanmayın.
TİJEN SOYDAN: Haber merkezinde çalışmaya başlayan çok kibar, naif,
duygusal bir kızdı. Göztepe’den ve Çeşme’den dostum emlakçı Yılmaz Soydan’ın
kızı idi. Muhabir iken haber müdürü Hamdi Türkmen ile evlendi, bir erkek evlatları
oldu. Ama sonra ayrıldılar. Aradan uzun yıllar geçti, Yılmaz ağabeyin çarşı yolu,
benim Çeşme’deki evimin önünden geçer. Yol kenarında bulunan bankın üzerinde
oturur zaman zaman konuşurduk, sonra o bankı belediye kaldırdı. Bu kez Migros
karşısındaki otobüs durağındaki bankta oturup sohbet ettik. Malum artık yaşlandık,
durak vermeden kilometrelerce yürümek yoruyor. Sonunda Yılmaz abi de rahmetli
oldu. Tijen ile bazen Çeşme çarşı yollarında karşılaşıp laflıyoruz..
FAYSAL ATIL: İri yarı, yakışıklı, düzgün giyimli ve kibar bir muhabirdi. Sevimliydi
de.. Hep muhabir kaldı. İstanbul’a gitti mesleğini orada yaptı. Şimdilerde (2020’ler)
sosyal medyada hep Kızılay için kan verirken görüyorum. Sanki tonlarca kanı var,
hep kan vermekte. Bitmedi valla.. Sağ olsun.
SELAHATTİN YARENCİ: Son derece ince ruhlu, kibar, cetilmen bir
arkadaşımızdı. Hala öyledir.
UFUK AKÇA: Magazin Servisi’nde Padişah Mehmet Karabel’in baş yardımcısı
idi. Esmer, siyah saçlı, durgun ruhlu, sululuğa gelmeyen, ciddi ve çalışkan bir
arkadaştı. Galiba gazetede çalışır iken evlendi ve Yeşildağ soy ismini aldı. Magazin
Servisi çok çalışıyormuş izlenimi veren ama daima gıcık ve sulu dedikodular içinde

yüzen Mehmet Karabel’in oyun bahçesiydi; ancak Ufuk Akça’nın bu gayya
kuyusunda rol aldığını hiç görmedik ve hissetmedik. Kendi halinde, suskun bir
yaradılışı vardı. Karabel’in bitmez tükenmez kaprislerine nasıl dayanıyor diye bazen
düşünürdüm ama işine karışmazdık.
ATEŞBÖCEĞİ ERCAN: Ünlü komedyenlerimizdendi. Hayret bir şey ya, bizim
gazeteye de bulmaca yapardı. Yıllarca bu işi yaptı. İstanbul’dan bulmacalarını
magazin servisi’ne gönderirdi. Arada telefonlaşırdık. Fırlamanın tekiydi. O zamanlar
ekmek ve kariyer peşinde çok ciddi bir adamdım. Keşke şimdilerde onunla makara
yapsaydım. Çünkü artık makaraları koyverdim.
FİKRET KOL: Gazetemizde tarihi hikâyeleri görsel çizimler aracılığı ile dizi
pencereleri yapan usta bir çizerdi. Nice tarihsel sembollerimizi sanki film senaryosu
imişçesine işledi ve ölümsüzleştirdi. Fikret Kol bugün kitapları ile artık bir marka.
Türkiye çapında bilinen bir isim. O da eski Yeni Asır’cıdır.
TURGAY NOYAN (İstanbul Temsilcimiz): Tipik İstanbullu idi. Denizciliğe meraklı,
teknesi olan, kalemi kuvvetli, güler yüzlü, candan bir mavi adamdı Yıllarca gazetemizi
İstanbul’da iş dünyası ve spor dünyasında layıkı ile temsil etti. Naviga isimli bir deniz
kültürü dergisinin amirali olarak bu dergide nefis yazıları yayınlandı. Ne yazsak, ne
desek, azdır onun için, mükemmel bir insandır, candan ve babacan bir arkadaştır.
Teknesi ile arada Çeşme’ye gelir, Altınyunus’un Marinasında eşi ile konaklardı.
Gençliğinde Gaskonyalı Toma’nın orkestrasında akordeon çaldığı için onu daha pek
çok severiz. Toma ile ilgili anılarını zevkle okurum. En son onu Bebek Postası’nın
2013 Ocak tarihli sayısında okudum. “Bir meyhanecinin anıları” isimli ve Beysun
Gökçin imzalı söyleşi Turgay Noyan’ın orkestra elemanı dönemini pek güzel
anlatmıştır. Öptük onu.
ARMAĞAN ÖNÜT ve ZEKİ ÖZKESKİN (Bodrum Muhabirlerimiz): Yıllarca
Bodrum gezilerimizde ve yazılarımda bu arkadaşlarla sımsıcak ilişki içinde olduk.
Bana Bodrum’u sevdirenlerin başında gelirler. Muhabirliği çok seven, aklı başında,
dürüst gazetecilerdi. Yanaklarından öptüm ikisinin.
MUSTAFA TEKER (Manisa Muhabirimiz): Kişisel dostum olan Mustafa Teker,
devlet dairesinde müdürmüş gibi giyinen kuşanan, yani işine önce giyimi ile değer
veren, şehirde her haber noktasını bilen ve işi kovalayan, sevilen ama çok sayılan bir
güzel insandı. Yıllarca ailece de görüştük. Kemalpaşa ilçesindeki Hamza Baba
türbesinde bir ayin esnasında zulada Padişah fermanı bulduğumuzda, Mustafa‘nın
objektifi ile bunu Türkiye’ye duyurmuştuk. Sağolsun canım kadar severim onu.
ERDAL ÇARBOĞA (Menemen Aliağa muhabiri): Çok çalışkan, güvenilir, terbiyeli
bir muhabirdi. O bölgede çıt çıkınca haberimiz olurdu. Çünkü oralarda her an Erdal
vardı.
EN KİBARLAR: Spor Sayfamızda At Yarışı gibi talih oyunlarının yazarı Ergun
Onarır, üniversite dekanı gibi efendi ve kibar bir insandı. Tamer Sanverir, Rahmi
Hatipoğlu gibi sayfa sekreterleri centilmenlikte önde giderlerdi. Selahattin Yarenci 1
numara kibar gazeteciydi, hala öyledir. Patron katının sekreteri Fatoş Şen Soydan,
iyi yüreklilikte şampiyon bir kızımızdı, herkese yardım ederdi.
Yeni Asır’ın kapısındaki güvenlikçi yani kapı görevlimiz Bircan Vatansever, kapı
gibi ama çok efendi bir Yeni Asırcı idi. Bircan Boylu, Şener Özel, muhasebe işlerinin
takipçisi Baki, Adnan Sökmen, Melih Karademir iyi isim bıraktılar arkalarında.
Yahu bir şöfor arkadaşımız vardı, süper güleç ve derviş ruhlu biriydi. Zeki Işıldak idi
ismi.. Şoför Zeki Işıldak, gazete dağıtım kamyonunda çalışıp gazete taşıyordu
doğruca Ege bölgesine, çileli işti.. Kupon bulgur fasulye dağıtırdı.. Bir ara Patronun
eşi Güler Hanımın şoförü olarak çalıştı. Dürüst, sözün eri birisiydi. Emekli olmayıp
İtfaiye de Ekipler Amirliği yapmakta..

ALOS : Gazete sayfalarını şiir gibi işleyen bir şairdir Alos.. Hürol Dağdelen, Egeli
Haber’de 19.10.2021’de böyle yazdı.. Ve devam etti: “ Bir gazetenin can damarı
mutfağıdır. Çünkü gazeteci için hayat orada şekillenir. Bu mutfakta, her gün,
muhabirler ve ajanslardan gelen anlık gelişmeler derlenir, toparlanır; haberler
sayfalara bölüşülür, sayfaların sorumlusu editörler her habere, sözcüklerle değer
katar, görsel yönetmen ve sayfa sekreterleri ise şekil verir.
Bu süreç genelde gergin ve telaşlı yaşanır. Seri düşünmeyi ve yaratıcı olmayı
gerektirir. Zira gazetenin matbaaya geliş süreci bir zincir gibidir. Zincirden bir halka
koparsa, matbaa gecikir, dağıtım aksar, gazete okuyucuya geç ulaşır. Bu da
gazetecilik disiplinine ‘kötü puan’ olarak işlenir. Yeni Asır gibi bir ‘Asırlık Çınar’ın
mutfağında 30 yıl aralıksız çalıştım; zorluydu, saati yoktu, emek çoktu ama
muhabirlik, editörlük, yazarlık derken su gibi akıp giden 30 koca yıl, binlerce anılarla
art arda sıralandı.
Birçok yetenekli insanla çalıştım, birçok duayen gazeteciden mesleğimin ilkelerini
öğrendim. Birçok sorumluluk üstlendim. Birçok genç arkadaşımı mesleğe
kazandırmaya çabaladım. Birçok özel davette gazetemi temsil ettim. Hepsi ayrı bir
değer oldu benim için…
Ama o mutfakta geçirdiğim yılların bana ve mesleğime kattığı değerlerin önemi çok
daha büyük… Bu nedenle gazeteciliğin görünmeyen yüzü olan mutfağını çok
önemserim. Çünkü orası bir gazetenin namusudur…
Sayfa sekreterliği, bu mutfağın en zorlu aşamasıdır. Günde 3 ya da 4 sayfa üstlenen
sayfa sekreterleri, hem zamanla yarışır hem de sayfalara, dar vakitte şekil vermeye
çalışır… Onlar, gazetenin görünmeyen kahramanlarıdır, dert ortağıdır, kurtarıcısıdır.
İşte bu mutfağın müdavimlerinden biridir Ali Osman Taş kardeşim… Yaklaşık 25 yıl
birlikte çalıştık onunla… Gündüzün her vaktinde ya da gecenin saat 2’sinde… Gazete
sayfalarına emek veren birçok arkadaşım gibi… Ama Alos’un (Biz ona kısaca böyle
sesleniriz) yüreğimdeki yeni bir başkadır.
Bir kere çok yetenekli, çok yaratıcı bir gazeteci kimliğidir Alos… Gazeteye geldiği ilk
günden beri, kendini aşan, her geçen gün kendini yenileyen, mesleğine yeni
farkındalıklar katmak için emek veren bir güzel insan…
Hiçbir gün iş yaparken “of” dediğini duymadım onun, ancak inci gibi işlediği sayfaların
yıkıldığı anlar hariç.. İşte o zaman eseri zarar gördüğünden için için ağlardı Alos….
Kimse göremezdi, çünkü hissettirmezdi, hatta şakaya vururdu ama ben biliyorum.
Zira kimseyi kırmadan “içten öfkelenmek” diye bir şey varsa ondaydı.
Çünkü, üstlendiği sayfaların şiirini yazardı Alos… Nasıl ki bir şair, sözcükleri ahenkli
sıralamak için kafa patlatırsa, Alos da çizgi ve renklerin şairliğini yapan bir tasarım
sihirbazıydı.

Sabah işe ilk gelenler arasında oldu her zaman… Akşam ise en geç giden… Emek
verdiği gazetenin namusunu korumak için üstlendiği hiçbir işte kaytarmadı Alos…
Onunla yıllarca magazin ve politika sayfaları yaptık… Çoğu zaman çizmeden sayfayı
verirdim ona çünkü bilirdim ki, karşıma bir “şahaser” çıkacak.
Konuları anlatmak ve başlığı vermek yeterdi ona… Özellikle şimdi tarihe gömülen
“Can Can” sayfalarını bir mimar titizliğinde çalışırdı. ‘Bir fotoğraf diğerini etkilemeden
sayfa nasıl yapılırın dersini verirdi Alos…
Çünkü bağımsız çalışmayı çok severdi, yemek saati gelse bile o sayfasını bitirmeden
çıkmazdı. Saatlerce o sayfanın başına oturur, bir ressam ciddiyetinde “şiirini” yazardı.
Sanırım, yüz binlerce yaptığı sayfa vardır Yeni Asır’ın arşivinde… Her biri tasarım
harikası… Yaptığı sayfalarda adı geçmese de, bilirdik onun tasarladığını… Çünkü
sayfalara kimliğini yazdırırdı Alos…
Ali Osman Taş, dost bir insandı. Sırrını, öfkeni paylaşırsın, onda kalırdı. Birlikte
çalıştığı kadın arkadaşlarının sırdaşı, kardeşi, en yakın dostuydu. Hiçbirine yan gözle
baktığına tanık olmadık. 50 yaşını geçti, gönlünün prensesini bulamadı ama hiç dert
etmezdi, “Sizler bana yetiyorsunuz” derdi. Esprili bir kişiliğe sahipti, zaman buldukça
karikatür çizerdi. Bu uğurda pek çok ödülü vardır Alos’un…
Yakınları için ölürdü, yeğenleri onun her şeyiydi. O gençleri anlatırken hissettiği gurur,
gözlerinden okunuyordu. Nevşehir’den İzmir’e gelmişti, alaylıydı ama İzmir’i onun
kadar sevenini görmedim. Onun için varsa yoksa işiydi. Bu yüzden sağlığını bile hiçe
saydı, yakın dostları ona ‘Mutlaka doktora görün” diye tembihlese de o aldırmadı…
Sevgili dostum ve sırdaşım; şimdi hastanede “çoklu organ yetmezliği” teşhisiyle
tedavi görüyor. O nazik, sevimli, yaratıcı insan, diyalize girip çıkıyor ama umudunu
hiç kaybetmiyor, hayata sıkı sıkıya tutunuyor. Bunu hissediyorum, çünkü bana
söyledi.
Kendisiyle yaptığım telefon görüşmesinde, “Hürol abim benim, merak etme
yeneceğim bu hastalığı, sakın beni merak etme. Arkadaşlarım da etmesin. Ben
buradan kısa sürede çıkacağım, işimin başına döneceğim. Sağolsun Yeni Asır bana
çok iyi bakıyor, her sorunumla ilgileniyorlar” sözleri kulaklarımda.. (Ne yazık ki Ali
Osman Taş, bu yazıdan bir hafta sonra vefat etti.)
ÖNEMLİ NOT: Gazete muhabirleri arasında hem de koskoca üniversite profesörlerin
kitaplarından çaldığı yazılarla kitap yazan ve ağır mahkumiyetler alan intihalci
muhabirler, polise muhbirlik yapan kalitesiz dedikoducu insanlar da vardı. Bunlardan
biri hep İsmet Paşaya küfreder, Çerkez Etem’i kurtuluş savaşımızın 1 numaralı
kahramanı diye överdi. Ne yazık ki bu sarkık bıyıklı adamı yanımda gezdirir, yardım
eder, evimde besler, hatta Ticaret Lisesi’ni bitirmesi için okula kaydını yaptırtarak lise
mezunu yapmıştım. Şimdi benim eski yazılarımın tepesine kendi imzasını atıp,
yayınlıyor.. Yanılmışım. Ağzını burnunu kırmalıymışım zamanında.

YORUM EKLE

Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır

YORUMLAR


   Bu haber henüz yorumlanmamış...

Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
GÜNCEL TÜRKİYE POLİTİKA EKONOMİ YEREL YÖNETİMLER DÜNYA YAZARLAR FOTO GALERİ VİDEO GALERİ ASAYİŞ SAĞLIK KÜLTÜR SANAT MAGAZİN SPOR RÖPORTAJLAR GENEL
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Hakkımızda
Copyright © 2025 İzmir'de Son Dakika