Koza ile İyonya ve Karya (2): Apollon'un Didyma sevdası
Haberler / Genel
27 Mayıs 2023 Cumartesi 07:31
Didyma, Didim'in merkezinde bir antik şehir.. Apollon tapınağı tüm görkemiyle karşımızda beliriveriyor on beş dakikalık bir yolculuk sonrasında. Tapınağın olduğu yer, aslında bir antik kent değil, kutsal bir alan. Rehberimizin ifadesiyle adakların sunulduğu “kehanet merkezi” ve ilave ediyor: eğer tapınak bitirilebilseydi, yarım kalmasaydı, dünyanın yedi harikası arasında olabilirdi.
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: NAMIK BUDAK
EGELİ GAZETE
Sabah erkenden kalkıyoruz. Kahvaltı sonrası, 09.00 gibi hareket, diyor rehberimiz. Erkenden yeme alışkanlığım olmadığından iki bardak kahveyle güne başlıyorum. İlk durağımız Didim merkezde Didyma Apollon Tapınağı.
Tapınak tüm görkemiyle karşımızda beliriveriyor on beş dakikalık bir yolculuk sonrasında. Tapınağın olduğu yer, aslında bir antik kent değil, kutsal bir alan. Rehberimizin ifadesiyle adakların sunulduğu “kehanet merkezi” ve ilave ediyor: eğer tapınak bitirilebilseydi, yarım kalmasaydı, dünyanın yedi harikası arasında olabilirdi. İddialı… Milet’e yirmi kilometrelik kutsal bir yol aracılığıyla bağlanıyor. Tapınağın kuzeyinde, araç yolunun karşısında girişi var yolun, biliyorum, ancak bu turda uğramadık.
Bu devasa sanat eserini fotoğraf makinelerimizle ölümsüzleştirmesek olmazdı. Ön tarafta sıradan vatandaşların girebildiği, arka yüzünde yani yapının batısında, sadece rahiplerin kullanımına ayrılmış alanda da hatıra fotoğraflarımızı aldık. Girişte grup fotoğrafımız efsane oldu: Fonda devasa, üç kişinin kollarıyla el ele tutuşup kaplayamayacağı sütun ve başlıklar ve önde bir o kadar dev ekip…
Toparlanıyoruz, otobüse yollanıyoruz. O ne? Yol kenarında dut ağaçları… Yine küçük bir kaçamak… Şimdi otobüsteyiz günün ikinci durağı Bafa Gölü kenarında Heraklia Antik Kenti, adını ünlü mitoloji kahramanı Herakles’ten almış. Burası da bir İyon kenti ama Karya ile sınır.
Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk sonrasında göl kenarında Kapıkırı Köyü girişindeyiz. Yol burada çatallanıyor. Biz daha öncelerden geldiğimiz her seferinde soldan, göl kenarına gitmiş, sahilde çadır kamp yapmıştık. Rehberimiz aracı sağa, köy içine, öğle yemeği yiyeceğimiz mekâna yönlendiriyor. Burada araçtan inip köy merkezindeki Athena Tapınağı’na yöneliyoruz. Tapınak köy meydanında, hâkim bir tepede göle karşı vakur tavrıyla, ben buradayım diye böbürleniyor. .
Şimdi tapınağın önündeyiz, burada, yol arkadaşlarımızdan, Dr. Tekin Bey’den “tuz” ile ilgili bilgi alıyoruz, eklemler, kasların hareketleri için önemliymiş, amatörce spor yapan biri olarak bilgiyi aldık, cebimize koyduk. Teşekkürler… Rehberimiz, kent yapısı ve tarihiyle ilgili gerekli bilgilendirmeleri yaparak grubu patika yoldan göl kenarına Endymion Kült alanına (Ay Tanrıçası Selena ile çoban Endymion aşkı efsnesi) ve oradan da restorana götürüyor. Bizler de yolu biraz uzatarak yukarıya, köy içine dalıyoruz. İlk durağımız bir köy sakininin bahçesindeki Buleterium. Giriş kapısı çok ilginç: Adamın bahçe kapısını açarak giriyoruz Meclis Binasına. Köy yerleşimi antik kentle iç içe yani.
Köyün değişik yol ayrımlarında, sokak başlarında el işi oyalarını –ısrarla- satmak isteyen köy kadınları dikkatimizi çekiyor. Şimdi patikaları takip edip kuzey doğuya yöneliyoruz, köyün dışlarında antik tiyatroyu buluyoruz nihayetinde; ama o da ne bir köylü kadın peşimizde yine, pazarlama derdinde… Kibarca teşekkür ediyor, ilerliyoruz lakin yolda gene birkaçı önümüzü kesiyor, rahatsız edici boyutta. Güneye yönelip hamamı ve kent surlarını ziyaret ederek fotoğraflıyoruz; şimdi turumuzu tamamlayıp başlangıca dönüyoruz, yani agoraya.
Rehberimizin indiği patikayı tutup alttaki sahil yoluna ve tekrar restorana yöneliyoruz. Daha önceden burada köfte yiyip beğenmediğimi hatırlamayarak tekrar deneyimliyorum, sonuç aynı: Başarısız. İki çıkarım yapıyoruz buradan: Ya ben burada bir daha köfte yemeyeceğim ya da yöre halkı kendini sorgulamalı bu hususta.
Heraklia denilince aklımıza mağaralardaki kaya resimleri geliyor, güzergâhımızın dışında kaldığı, yetiştirmemiz gereken bir program olduğu için bir başka sefere, diyoruz. Şimdi tekrar otobüsteyiz, hedef Euromos Antik Kenti…
Karya bölgesindeyiz atık. Milas’a epey yaklaştık yok üzerinde, solda hedefimiz, Kızılbayır Dağı’nın eteklerinde. Dikkat çekici bir yapıt Zeus Lepsynos Tapınağı. Dibinde devasa bir vinç çalışıyor, hemen solda, kadim bir zeytin aracının gölgesinde mola vermiş işçiler, eskimiş, yıpranmış sütunları yeniden ayağa kaldırma uğraşında. Burada hatıra fotoğraflarımız alıyoruz. Rehberimiz ekibi geriye döndürürken biz küçük bir grup Recep kardeşimizle birlikte kuzey batı yönündeki küçük tepeye yöneliyoruz. Burada kent surlarını gözlemleme fırsatı buluyoruz. Biraz daha yol alıp antik tiyatroyu buluyoruz. Ekibi bekletmemek adına çok fazla oyalanmadan, güneye ve ardından doğuya kestirmeden koşturarak otobüsümüze ulaşıyoruz.
Tam bugünlük bu kadar diyoruz, yönümüz Milas’taki otelimiz, diyoruz; ama dur, diyor, daha gün bitmedi, araya bir program daha sıkıştırma gayretinde rehberimiz. Yorulan birkaç arkadaşla birlikte ben de otelde iniyorum otobüsten. Benim dışımdakiler, dinlenme amaçlıyor; ben de buralara kadar gelmişken Bodrum’daki arkadaşım Tatar’ı ziyareti sıkıştırıyorum araya. İyi de yapıyorum, kendimce. Birkaç saat laflayıp otele dönüyorum. Arkadaşlarımız, rehberimizin “bonus”undan, Beçin Kalesi ziyaretinden bahsediyor. Bunu da kayıp hanemize yazıyoruz üzüntüyle.
Şimdi dinlenme zamanı, yarın son gün, iple çektiğim Afrodisyas ziyareti…
Gün sonu değerlendirmesi: Ama bir ekip bu kadar mı uyumlu hareket eder… Teşekkürler arkadaşlar, Mahmut Hocam ve rehberimiz Erkan Beyler!
Ne zaman adam oluruz…
Seyahat etmenin, evrim geçirmek olduğunu öğrendiğimiz zaman.
YARIN: Stratonikeia ve Afrodisias, iki farklı dünya