Benim masam, genelde magazin servisi masalarına yakın dururdu. 1987 yılından
sonra masa komşum Ülkü Erakalın oldu. Türk Sineması’nın cinsel, erotik (hatta
porno, ne derseniz deyin!) filmlerinin yaratıcısı, ünlü yönetmen, Yeşilçam’ın dev
isimlerinden olan Ülkü Erakalın, bizim gazetede (Yeni Asır’da) haftada bir yazmaya
başlamıştı.
Bizim baldır-bacak filmleri diye küçümsediğimiz ve oynadığı sinemalarda kapalı
gişe bekar veya evli kuduruk erkeklerin silme salonlarını doldurduğu bu filmlere, Ülkü
Erakalın safça inanarak ve belki de yaşadığı ülkenin ne biçim bir toprak olduğunu
bilmeden veya bilse de görmezden gelerek, “Ben sanat filmi yaptım!.” derdi.
Bunca yıl sonra, yani ölümünden sonra bu satırlarda yapacağım yoruma göre,
Ülkü Erakalın (daha doğrusu Ülkü ağabey) biraz çocuk ruhlu, aşırı romantik ve
gerçekten sanat duyguları hayli yüksek, rafine, bir güzel kişiydi. Keşke Fransız veya
İtalyan olsaydı; o ülkelerin ortamına göre gerçek erotik sanat filmleri çekebilseydi; ne
yazık ki azgın abazan erkeklerin kudurduğu sokakların sinema salonlarında piyasaya
uygun çekimler yaptı.
Bizim abazanlar, bu filmlerdeki her şeyleri açıkta kadın oyuncularla beraber
olmayı hayal ederek gizli mastürbasyonun tadını yıllarca tattılar, bu son derece garip
belki dünyada eşi benzeri olmayan günahkâr sinema salonlarında.
ÜLKÜ AĞABEYİN DİLBERLERİ
Zerrin Egeliler, Arzu Okay, Ahu Tuğba, Banu Alkan, Dilber Ay, Mine Mutlu,
Harika Avcı, Ülkü ağabeyin kadın başrol oyuncularıydı daima. Aydemir Akbaş, Ali
Poyrazoğlu ve diğer sulu cıvık aktörler de, erkek başrol fırlamalarıydı.. Akılda kalan
en matrak cinsel filminin adı, Behçet Nacar’ın başrol oynadığı “Parçala Behçet” idi;
siz anlayın artık gerisini gari.
Hakkında pornocu, erotikçi diye çeşitli cinsel dedikodular olan Ülkü Erakalın’a
neden ‘sanat duygusu yüksek’ dediğimi de açıklamalıyım. Ben adamın cinsel
konulara ilgisine göre değil, gazetecilik işinde gerçekleştirdiği başarıya bakarım. Ülkü
Erakalın’ın uzun yıllar bizim gazetede Pazar günleri “Sarmaşık” ilavemizde
yayınladığı “Ülkü Erakalın’ın Kaleminden” başlıklı film, moda, magazin ünlülerini
anlattığı tam sayfa yazıları, hem yazı tekniği, hem üslubun romantikliği, hem de
bizzat Ülkü ağabeyin arşivinden ortaya çıkan görülmemiş yayınlanmamış
fotoğrafların yarattığı sentez, tam bir magazin sanat eseriydi. Doğal ki, sayfayı
titizlikle çizen Magazin Müdürü çıtkırıldım Mehmet Karabel’i, sonradan da ağır emekçi
Hürol Dağdelen’i de burada anmak gerekir.
Ülkü Erakalın bizim gazetede toplamı dört beş ciltlik kitaplar olacak hacimde,
yüzlerce, evet yüzlerce film yıldızı yazısı yazdı, röportajı yaptı, her yazısı birinci
sayfadan anonslandı; Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Belgin Doruk,
Fikret Hakan, Ayhan Işık resmigeçit yaptılar bizim magazin ilavemizde. Filmlerinde
açık saçık olan Ülkü ağabey, bu magazin sayfası yazılarında hayli edepli, edebi ve
sürükleyici bir dil kullandı.
(Ülkü Erakalın)
ÇOCUK RUHLUYDU
Onu sayfası yayınlanmadan önceki günlerde çocuk gibi heyecanlı gazeteye gelip
masasına kurulmasını ve büyük bir beceriyle sayfasını hazırlamasını hayal ediyorum.
İşine birisi burnunu soktuğu zaman, örneğin magazin müdürü Karabel sırf keyif olsun
diye veya kıskançlığı yükseldiği zamanlarda Ülkü Erakalın’ın yazdıklarını
kurcalamaya başladığı zaman, ya da yayınlanan yazısında baskı hatası veya
sayfasına çok ilan gelmesi sebebiyle yazısının kısaltılması gibi durumlarda nasıl
kırıldığını hatta küstüğünü şimdi gözlerimin önüne getiriyorum ve “Hay senin
emeklerini seveyim Ülkü ustam..” diyorum.
Şimdi önümde 14 Şubat 1988 tarihli sayfası duruyor. Harika Avcı ile nefis bir
söyleşi yapmış. Başlık şöyle: “Günahlarıyla. Sevaplarıyla Harika Avcı. İlk film
teklifini rahmetli Ayhan Işık’tan aldım”. Harika Avcı’nın ilk gençlik günlerinden o
tarihe kadar hayatını yansıtan 6 fotoğrafın ekinde dört dörtlük bir röportaj. Koca
sayfanın altında da sanki pek lazımmış gibi kristal avize, banyo küveti ve hesap
makinesi satan üç firmanın reklamları yerleşmiş. Efendim reklam koymadan sayfa
olur mu?. Olmaz efendim olmaz, Yeni Asır’da hatta hiçbir gazetede reklamsız sayfa
olmaz.
ARŞİVİ EŞSİZDİ
Ülkü Erakalın, sanki anadan doğma gazeteciymiş gibi ünlü kişileri bulur, eski
tanışıklığının avantajı ile onu ikna eder ve pek güzel söyleşisini gerçekleştirirdi.
İnanılmaz derecede zengin bir Yeşilçam artistleri konulu siyah beyaz fotoğrafları
arşivi vardı. Film yönetmeni olmanın gerektirdiği bir avantaj ve beceriyle arşiv
yapmayı düşünmüş ve başarmıştı.
Bir gün bana, “Üstadım seninle tarihi belgesel çekmeyi çok isterdim” demişti.
Ben de ona “Sevgili Ülkü ağabey, ben de seninle erotik film çekerken senin
yanında dikizci reji yardımcın olmayı çok isterdim.” diyecek iken, cümlemi
yuttum. Çünkü tam o esnada bizi yakından dinleyen kız muhabirler, örneğin Emine
Kantarcı vardı. Esprim cuk oturmuştu ama, hep asık suratlı olan bendenizin ciddi
karizması kız arkadaşlarımızın yanında az daha derin biçimde çizilecekti. Rahmetle
Ülkü ağabey.
(Bir Ülkü Erakalın filmi.)
İLGİNÇ YAŞAM
Gün geldi, Yönetmen Ülkü Erakalın hayatını kaybetti. 6 Nisan 2016 tarihli
gazeteler bu haberi verdiler. Cumhuriyet gazetesi bile epey geniş bir şekilde haberi
görmüştü.
Ülkü Erakalın, bir süredir tedavi gördüğü Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde
akşam saatlerinde vefat etti. İstanbul’da 1934 yılında doğan Erakalın, İstanbul
Belediye Konservatuvarı Müzik Bölümü’nden mezun oldu. Sanat hayatına 1958
yılında başladı, ilk deneyimleri sırasında Lütfi Akad’ın asistanlığını yaptı. 1961 yılında
ilk filmi “Unutamadığım Kadın”ı çekti. Anılarını içeren 4 kitap kaleme alan Ülkü
Erakalın 200 civarında filme imza attı.
Erakalın’ın rejisörlüğünü yaptığı filmler arasında, “Lekeli Aşk”, “Acı Yıllar”,
“Aldırma Gönül”, “Kadınlar Koğuşu”, “Dudaktan Kalbe”, “Üvey Ana” ve “Ben Sana
Mecburum” yer alıyor. Erakalın, Yeşilçam’da “seks furyası” olarak nitelendirilen 70’li
yılların ortalarında ise pek çok erotik filmin yönetmenliğini yaptı.
Erakalın, 1972 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “Üvey Ana” ile En İyi 3.
Film Ödülü, 1976’da da “Ben Sana Mecburum” adlı filmle 1. İstanbul Uluslararası
Film Festivali’nde Birincilik Ödülü’nü kazandı. Ünlü yönetmen, son olarak, 2009’da
“Çığlık Çığlığa Bir Sevda” adlı filmiyle 2009 Altın Portakal Onur Ödülü’ne değer
görüldü. 82 yaşında ölen Ülkü Erakalın’ın cenazesi, öğleyin Teşvikiye Camii’nde
kılınan namazın ardından Kulaksız Mezarlığı’nda toprağa verildi.
(Bir Ülkü Erakalın filmi.)
(Bir Ülkü Erakalın filmi.)
HÜROL DAĞDELEN’İN UNUTULMAZ YAZISI
Ülkü ağabeyin ardından en anlamlı yazıyı “Ülkü Erakalın ve Yeni Asır” başlığı
altında 10.4.2016 tarihinde Yeni Asır’dan Hürol Dağdelen yazdı:
“.. Ülkü Ağabey’i (Erakalın), çocukluğumda, aşk filmlerinin yönetmeni olarak
bilirdim. Birçok filmini izledim. Özellikle babamın evde sinema makinesiyle her
cumartesi mahalleye matine yaptığı gecelerde izlediğim “Unutamadığım Kadın” filmini
çok sevmiştim, hala o filmde Türkan Şoray’ı izlediğimde, tüylerim ürperir. İlk aşk
acısını o filmde görmüştüm. O dönemin “Veda Busesi” gibi birçok tanınmış şarkısı,
filmlerine konu olmuştu. 200’e yakın filmi yönetti.
Ülkü Erakalın aynı zamanda piyanoyla sahnede şarkı söyler, beste yapardı.
Onun bu yönünü de gençlik yıllarımdan anımsarım. Kendisi konservatuar mezunu bir
şarkıcı ve yönetmen olduğundan gazeteci yönünü bilmiyordum onun. İstanbul’da bir
gazetede uzun yıllar çalıştığını da.
Onu en iyi tanıdığım dönem, Yeni Asır’da çalıştığı yıllardı. Yeni Asır’da göreve
başladığım dönemde, Ülkü Erakalın da röportajlar yapardı Sarmaşık gazetesine.
İzmir’de de evi vardı ama en çok İstanbul’da yaşardı. Çünkü yaşama sevinci
İstanbul’du onun. Çok saygılı, hassas, duygusal bir insandı. Her hafta İstanbul’dan
kalkıp İzmir’e gelirdi hiç üşenmeden. Yaptığı işte çok titizdi; sanatçı hassasiyeti
olduğundan, uyarıları kimi zaman “huysuzluk” seviyesine de yükselirdi.
Benim Sarmaşık’ta “editör” olarak göreve yaptığım 90’lı yılların başında, bir gün
Ülkü Erakalın’ın Sarmaşık’a magazin müdürü olarak atandığı bilgisi geldi. O
dönemde çok sık müdür değişimi olurdu Yeni Asır’da. Öyle ki, gündüz birlikte görev
yaptığınız amirinizi, ertesi gün değişmiş bulabilirdiniz. Ülkü Bey’in gelmesi de öyle
oldu. Kendisi Yeni Asır’a yabancı değildi, ancak bizim için tam bir sürpriz oldu. Ülkü
ağabeyle, bir yılı aşkın birlikte çalıştık, Sarmaşık yaptık.
Zor bir insandı, işini iyi yapar, titizlenir, gece gündüz görevinin başında olurdu.
Çevresinde de öyle insanlar isterdi. Bu yüzden birçok kişiyle tartışmış, sonra da
gönlünü almasını bilmiştir. Sarmaşık, onun gelişiyle birlikte taze magazin
haberlerinin gazetesi oldu. Sanat camiasını çok iyi bildiği için, bu özel bağlantıları
gazete için kullandı. Daha önce hiç duyulmamış haberler ilk önce bizim gazetede yer
aldı. Sarmaşık’ın başında olmasına karşın, sanatçılarla röportajları bizzat kendisi
yapardı. Onun gelişiyle birlikte İzmir’e gelen her sanatçı gazeteye uğramadan
gidemez oldu. Hele Fuar geceleri Yeni Asır’da, sanatçı akını yaşanırdı.
Ancak en büyük heyecanı İzmir’de çektiği fotoromanda yaşamıştı Ülkü Ağabey.
O zamanlar gazetelerin fotoroman köşeleri vardı, Ülkü Ağabey, Sarmaşık için de
hazırladı. Bu, ses getiren bir olay oldu Ege’de. Gazetenin tirajını bile olumlu yönde
etkiledi. O yıllarda, montaj gazetenin en yoğun birimiydi. Şimdiki gibi, “Bas düğmeye,
gazete baskıya girsin” kolaylığı yoktu. Her akşam ana gazetenin işleri biter,
magazincilere gece 01.00’den sonra sıra gelirdi. O saate kadar bekler, hata çıkmasın
diye filmleri tek tek inceler, evimize de geç saatlerde giderdik. Ülkü Ağabey de
bizimle birlikte montajda.
Sarmaşık’taki görevinden ayrıldıktan sonra da, Yeni Asır’la ilişkisini koparmadı
Ülkü Ağabey. Uzun süre magazin dünyasından derlediği haberlerden köşe yazdı.
Yeni Asır’ı hep çok sevdi, “Bu gazetenin bir büyüsü var Hürolcuğum, içine girdin
mi özgürlüğü yüreğine işliyor. Bu yüzden hiçbir gazeteye değişmem Yeni
Asır’ı, çok seviyorum” dedi bana bir gün, iş arasında çay sohbeti sırasında. O
sözünü hiç unutmadım.
Gazeteciliği bitirdikten sonra, yönetmenliğini kendisinin üstlendiği çeşitli sahte
gösterileri gerçekleştirdi, benim en çok etkilendiğim de “Yıldızlar Gökte Yaşar”
projesiydi. Ülkü Usta bu müzikal çalışmayı, bir dönemin unutulmaz isimleri, Cahide
Sonku, Ayhan Işık gibi sanatçıları yeniden canlandırmak, gençlerle tanıştırmak
amacıyla hayata geçirdi. Kendi müzikleri ve şiirleri eşliğinde yaptığı sahne gösterileri,
yurt çapında büyük gördü. Gezmediği, gitmediği şehir kalmadı. İşin ucunda sanat
olunca yorulmak nedir bilmezdi. Her çalışmasından haberim oldu, hepsinde telefonla
beni arar fikrimi sorar, heyecanla anlatırdı. Birçok dizi projesi televizyonda yayınlandı.
Kendisiyle 2008 yılında Dünya Gazetesi’nden Faruk Şüyün’ün yaptığı röportajda,
Yeni Asır’la ilgili ilginç bir tespitini şöyle anlatmış üstat:
“.. İki de yeni kitabım var hazırladığım. Yeni Asır Gazetesi’nde 1993 ile 2000 arasında
her hafta bir ünlüyle röportaj yapmıştım ‘Geçmiş Yüzyıldan Söyleşiler’ diye. Bugün
çoğunu kaybettiğimiz kişilerle, 50 ünlüyle. Ama iyi ki o röportajları yapmışım,
hakikaten geçmiş yüzyıldan söyleşiler. Bunların içinde Barış Manço, Zeki Müren gibi
çok örnek alacağımız, kaybettiğimiz çok önemli insanlarla röportajlarım bulunuyor. Bir
de günlük yazılarım var. ‘Bunları da Ben Yazdım’ ismiyle kitaba dönüşecek. Onlar da
sanatla ilgili, eğitici, güncelliğini kaybetmeyen anılar.”
Yine kendisiyle bir röportajda şunları söylemişti Ülkü Ağabey:
“Cahide Sonku’dan başlayarak Belgin Doruk, Neriman Köksal, Muhterem Nur,
Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Filiz Akın, Selda Alkor, Hülya Avşar, hepsi
benim kameramın önünden geçtiler. Reşat Nuri’nin ‘Dudaktan Kalbe’sindeki
Lamia’ya, Cevat Fehmi’nin ‘Paydos’undaki Muallim Murtaza’ya, Aka Gündüz’ün ‘İki
Süngü Arasında’ ve ‘Üvey Ana’sındaki kahramanlarına, Sadık Şendil’in ‘Kanlı
Nigar’ına, Esat Mahmut Karakurt’un ‘Kadın Severse’ romanındaki seven kadınlarına
hayat verdim yıllar boyu. Hem ünlü yazarlar, hem de yarattığım ünlü karakterleri ile
akraba oldum bugüne dek. Hep onlarla, onları yaşadım.”
Önceki gün büyük ustanın ölüm haberini aldığımda, onun söylediği bir söz geldi
aklıma: “Sevgili Hürol, hayattaki en büyük ödülüm, sanatçı kimliğim. Çok büyük
isimlerle çalıştım, artık ölsem de gam yemem.” Ancak birlikte çalıştığı dostları,
şöhrete ulaştırdığı isimler onu hep yalnız bıraktı. Ondan çok şey alıp vermediler. Son
vedasına bile birkaç ismin dışında, onu uğurlamaya gelen olmadı. Bir başka
üzüldüğüm nokta ise, Nisan ayının 15’inde alacağı “Yaşam Boyu Onur Ödülü”nü
kucaklayamayışı. Bu ödül onu müthiş mutlu ederdi, göremedi. Ödülünü oğulları
alacak, bu gururu onlar yaşayacak artık.
Ülkü Erakalın çok yönlü sanatçı kimliğiyle, bu ülkede birçok ilki başlattı ancak
genç kuşaklar onu en çok “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” olarak anacak.
Mekânın cennet olsun, ışıklar içinde uyu Ülkü Ağabey, seni unutmayacağız.”
GÖZLERİM ISLANIR
Hürol’un bu nefis yazısını arada arşivimden çıkarır tekrar okurum. Gözlerim ıslanır.
Ülkü Erakalın bizim kaldırımlara nadir olarak düşen artist ruhlu bir benzersiz adamdı..
Yan masamda otururdu… Bazen çaktırmadan davranışlarını ve telefonla
konuşmalarını izlerdim. Üst kademelerdeki vahşi ruhlu erkek yöneticiler onu üzdükleri
zaman, ben de üzülürdüm. Ama yapacak bir şey yoktu. Zaman erkek zamanlardı.
Saçı uzunların sekreterlik, dizgicilik dışında bu kaldırımlarda şimdilik yerleri yoktu.
Hele hele, feminen ruhlu, efemine yani kadınımsı erkeklere toleranslı bir bakış
akıllardan hiç geçmezdi.
Bu yüzden Ülkü ağabeyi gazete içinde keyif için üzenler vardı. Ama o, onlara hiç
aldırmadan görevini yaptı. Işıklar içinde uyusun..
Ha unutmadan.. Ona hiç söyleyemediğim bir şeyi hatırladım. “Ülkü ağabey, bir uygun
zamanda beni Zerrin Egeliler ile tanıştırsana..Bayılıyorum o hatuna!..”
Bu cümleyi hep aklımdan geçirdim ama söyleyemedim. Bana küseceğini tahmin
ettim. O cümle içimde kaldı..
Her şey geldi geçti..
(Not: Fırsat olursa, bir yazımda ilk sanat yönetmenim bıyıklı erkek Özcan Güven’i,
yani daha sonra Türkiye’de ameliyatla dişi olan ilk travesti kadın şair gazeteci Sevgi
Güven’i, yakınlığım sebebiyle okuyucularımıza ayrıntılı anlatayım.. Ağzınız açık
kalsın..)