Yaz deyince akla düşen ilk tatlardan biridir karpuz. Gölgesinde öğle uykusu uyunacak bir incir ağacı, yanına serilen beyaz bir örtü ve o örtünün üstünde ikiye yarılmış, çekirdekleri sayıya tutulan bir karpuz… Peki bu sulu ve serin meyve Anadolu’ya ne zaman geldi? Gastronomi kültürümüzdeki yeri nedir, edebiyatımıza nasıl yansımıştır?Bu sıcak günlerde serin bir damak tadını araştırdım.
Karpuzun Anadolu’ya Yolculuğu
Karpuzun (Citrullus lanatus) anayurdunun Afrika olduğu bilinir. Özellikle Sudan ve çevresinde M.Ö. 4000’lere dayanan izlere rastlanmıştır. Antik Mısırlılar, bu meyveyi mezarlarına bile koyarlardı; hem serinletici hem susuzluğu giderici özellikleriyle “cennet meyvesi” sayılırdı.
Karpuzun Anadolu topraklarına gelişi, büyük olasılıkla Persler veya daha sonra İslam fetihleriyle gerçekleşmiştir. İlk yazılı kaynaklara göre, 10. yüzyılda Bağdat çevresinde karpuz üretimi yaygındı. Anadolu’da ise Selçuklu ve erken Osmanlı dönemlerinde özellikle sıcak iklimli bölgelerde — Adana, Diyarbakır, Manisa gibi — karpuz üretiminin başladığına dair kayıtlar vardır. 16. yüzyılda Osmanlı mutfak defterlerinde karpuzdan bahsedilmesi, onun saray mutfağına kadar girdiğini gösterir.
Gastronomide Karpuzun Yeri
Karpuz, yalnızca tatlı niyetine değil; Anadolu mutfağında pek çok şekilde tüketilmiştir. Örneğin, karpuz kabuğundan yapılan reçel, özellikle Ege ve Güneydoğu mutfağında hâlâ yaşayan bir gelenektir. Karpuzun beyaz kabuk kısmı, ziyan edilmeden şekerle kaynatılarak değerlendirilir.
Yaygın olan bir başka gelenek ise karpuz-peynir ikilisidir. Bu ikili, Osmanlı’dan günümüze gelen dengeli bir yaz öğünüdür. Serinletici karpuzun şekerli tadıyla tuzlu peynirin kontrastı, damaklarda unutulmaz bir denge yaratır. Ayrıca kavun gibi karpuzun da kurutularak kışlık tatlı niyetine saklandığı dönemler olmuştur. Bugün bile bazı köylerde, ince dilimlenmiş karpuz güneşte kurutularak “karpuz pestili” yapılır.


Edebiyat ve Karpuz: Sulu Mizah ve Derin Anlamlar
Karpuz, edebiyatımızda da sıkça karşımıza çıkar. Halk edebiyatında bolluğu, bereketi ve yaz mevsimini temsil eder. Karagöz-Hacivat oyunlarında “karpuzcu” tiplemesiyle yerini alır; mahalle mahalle dolaşan, espriler yapan bu karakter halk arasında sevilen bir figürdür.
Divan edebiyatında ise karpuz, nâdiren simgesel anlamda yer alır; çünkü “nahif” bir meyvedir, aşk ya da güzellik mecazlarında gül, nar, üzüm gibi meyveler tercih edilir. Ancak 19. yüzyıl taşra şairlerinin ve halk ozanlarının şiirlerinde karpuz, hem yaz mevsiminin hem de köy yaşamının sıradan ama sevinç dolu bir parçası olarak dile gelir.
Modern Türk edebiyatında ise Sabahattin Ali’nin ya da Yaşar Kemal’in köy tasvirlerinde, karpuz sıklıkla yaz aylarını, çalışmanın ardından gelen dinlenmeyi, çocukların neşesini anlatan bir ayrıntıdır. Ayrıca Aziz Nesin gibi yazarlar, karpuzu mizahi bir unsur olarak da kullanır. Karpuzun büyüklüğüyle övünen köylüler, mahalli gurur hikâyelerinin bir parçasıdır.
Son Dilim
Bugün Anadolu’da karpuz hâlâ yazın en çok tüketilen meyvelerinden biridir. Diyarbakır karpuzu gibi tescilli ürünler, yöresel gururun sembolü olmuş, festivallere konu olmuştur. Her yaz, sofralarımızda yeniden yer bulan bu serin dost, hem geçmişin hem bugünün bir parçası olmaya devam ediyor.