Yıl 2015.. Aniden cep telefonum çaldı… Ramazan Akın arıyordu… Taaa
Fethiye’den. Ailesi ile oralara yerleşmiş. Her zamanki gibi heyecanla, bağıra bağıra
konuştu:
“-Abem, bir sesini duyayım dedim… Bir emrim var mı abem?. Sen bize geçmişte
çok yardım ettin, hakkını ödeyemeyiz.”
Heyecanımı bastırıp yanıt verdim:
“-Yok be Ramazan’cığım, ne yardımı yapmışım ki?. Hiçbir katkım olmadı, tam
aksine sizlere.”
“-Yoooooook…Yooooook abem. Seni hiç unutur muyuz?.
Ramazan sevgilerini büyük bir saygı ile sunup, sağlığımı sorup telefonu kapattı.
Nerden nereye, bu evladı belki 20 yıldır görmüyordum. Ama beni unutmamış, taa
nerelerden arıyor garibim!
Eyy Ramazan’ı seven gazeteciler cep telefonunu veriyorum. Bir arayıp hatırını
sorun eski emekçi meslektaşınızın: Ramazan Akın - 0.532.2000480…
ONU TANIR MIYDINIZ?
30 - 25 yıl önceki gazetemiz Yeni Asır’ın çilekeş, eziyetkeş ve gayretkeş bir “alt
tabaka” muhabiriydi. Polis-Adliye’ye bakardı, gece muhabirliği yapardı… Koşar,
çabalar dururdu. İtilip, kakılırdı. Üstelik bu cennetler kadar yürekli iri kıyım muhabir
kardeşimiz ancak tek eli ile işini yapabilirdi, çengel biçimindeki öbür eliyle ise ancak
fotoğraf makinesini ucundan kavrayabilirdi.
Ramazan, yıllarca koşup durdu… Fotoğraf çekti, gece yarıları yangına, trafik
kazasına yetişti, mahkemelere girdi çıktı, polislerden meydan dayağı yedi, olayı
protesto etmek için yürüyüş bile yaptık. Kodamanlar, koş Ramazan, çek Ramazan,
yetiştir Ramazan, dedikleri zaman, kendini kaybeder, Çanakkale Müdafaası’ndaki gibi
savaşır dururdu. Maaş mı?. Azıcık alırdı… Sigorta mı?. Yoktu. Gelecek garantisi mi?.
Hak getire.
Öğle yemeği gazetede idi. Ohh hiç olmaz ise karnımız sıcak yemek görürdü…
Sonra bilet verdiler, git öteberide tıkın dediler. Kapı kapı dolaşıp biletin geçtiği
yerlerde midemizi ısıttık, sonra yine gazetede kuyruğa girip alüminyum tepsilere
kaldık. Ramazan, tepsisini bol kepçe doldururdu. Kolay mı?. Sabahın köründen ertesi
sabahın alacasına kadar koşup duracaktı.
Efendiydi, sessizdi. Evine, çoluk çocuğuna ölümüne bağlıydı. Bayram önceleri
gelir elimi öperdi. Başımı bilgisayardan kaldırıp bir an için ona gülümser sonra yine
çalakalem işime dönerdim…

(Arkadaşları ona muziplik yapmışlar ve Ramazan’ı, Define Adası’nın çengel
kollu korsan Kaptan Silver’e benzetmişler..)
Şimdi yanıyorum.. Niye ayağa kalkıp, Ramazan’ı bu ölümlü dünyada şöyleee bir
kucaklayıp bağrıma basıp, evladım bir derdin var mı, nasılsın, iyi misin, hoş musun
diye sormadım. Çünkü işimi yetiştirmek zorundaydım.
Biz hayvan gibi çalışacak, üst katlardakiler, baronlar, kodamanlar, beyaz
yakalılar, böyyük yazarlar, solcu pozundaki faşist kadın yönetmenler sırtımızdan
zengin olacaklardı, katlar, yatlar, şirketler, metresler, yeniden katlar, katlar, araziler,
tapular, mücevherler, dolarlar, borsa kağıtları, nefis şaraplar, Amerika seyahatları,
Avrupa kaçamakları, ıstakozlar, AKP milletvekillikleri, CHP koltukları onlar içindi…
Ahhh Ramazan’ı şöyle bir kucaklayamadım… Çünkü işimiz vardı, hem de
çoooook… Gazete yetiştirecektik!
Ramazan benim için bir semboldür… Gazetecilik abidesidir. Hepsi öyleydi zaten.
Magazinden spora, tüm muhabir kardeşlerim, editör, yazı işleri hamalları, pikajcı,
kameracı, baskıcı, hepsi, hepsi örnek gazeteciydiler. Evlerine ekmek götürmekten
başka dertleri yoktu.
Bir tanesinin işini ektiğini, o günü boş geçirdiğini, işinden başka bir şey
düşündüğünü görmedim. Hepsi analarının ak sütü gibi küçücük maaşlarını hak ettiler.
Kimi öldü, kimi kayboldu, kimi emekli oldu, kimi hala çabalıyor. Ama hiçbiri mesleğe
ihanet etmedi.
Ramazan, bana “Abem, hakkını ödeyemeyiz, bize çok yardım ettin” dedi. Ne
etmişim ki?. Hiçbir yardım edemedim gerçekte… Birkaç saniyelik içten gülüşler
dışında… Çok işim vardı. Çok çalışmam lazımdı. Çok dertlerim vardı. Ramazan’ı,
şöyle bir Harmandalı oynar gibi kucaklayamadım bile.

(Haber peşinde çilekeş Ramazan..)
O BİR SEMBOLDÜ..
Sizin hiç, “Ramazan” diye bir muhabir dostunuz var mı?
Yıllar sonra bile sizi arıyor mu?.
(Not bu yazım üzerine sosyal medyadan bir yanıt almıştım. Aynen yayınlıyorum:
Merhaba Yaşar bey yazılarını sürekli takip etmeye çalışıyorum. Uzun zaman
önce yazdığınız bir yazı takıldı gözüme, “Ramazan Akın’ı Tanır mıydınız?”. Ramazan
Akın’ı Ege Üniversitesi hastanesinden tanırım daha ilkokul yıllarındaydım. Annem
diyaliz hastasıydı ve sürekli Ege Üniversitesine kontrole giderdi. 1991 yada 1992
yılları. Yeni Asır gazetesinde çalışıyordu. Genelde acil servisin girişinde bulurdum
onu. Hastaneye gittiğimizde ilk işim sıraya girmek sonrada onu bulmak olurdu.
Mesleği bir kenarı bırakıp sizinde yazınızda yazdığınız gibi gerçekten insan olan
birisi. Elinden ne yardımı gelse yapar, durmadan dinlenmeden sürekli bir koşuşturma
içindedir, çok iyi hatırlıyorum da o zamanlar maddi durumumuz iyi değildi, kendisi
bana gazetelerin promosyon olarak verdiği ansiklopedilerden ve kitaplardan güzel bir
deste vermişti. Belkide bugüne gelmemi o sayfasını ilk benim açtığım ve pırıl pırıl
olan desteye borçluyum. Okuma sevdamı tetiklemişti, araştırma sevdamı tetiklemişti
ve en önemlisi mantık ve zekayı kullanma kavramını tetiklemişti bendeki.
En son kendisini Muğla/Dalyan’da gördüm hiç değişmemişti aradan geçen onca
seneye rağmen, çocuklarıyla beraber geldi bulunduğum yere, uzun süre konuştuk
sohbet ettik, akşama doğru yine Fethiye’ye yola çıktı.” görüşmek üzere dedik.”
Sonra Muğla’dan İstanbul’a yerleştim, Bilişim firmasında çalışıyorum. İnşallah
Ramazan bayramında Ramazan Akın’ın elini öpmeye gideceğim oraya hem onu hem
diğer akrabaları ziyaret etmek için. Benim ismim de Ramazan. Bu yazıyı size yazdım
çünkü, “Ama beni unutmamış…Taaa nerelerden aradı, yıllar sonra hatırımı sordu…
Sizin hiç “Ramazan” diye bir muhabir dostunuz var mı?Yıllar sonra bile sizi arıyor
mu?.” diye yazınızı bitirmişsiniz bu şekilde. Gözlerime yaşlar boşandı. Ramazan
Bayramında sizi de Ramazan Akın’la beraber görmek isterim. Beklerim Fethiye’ye.
Kalın sağlıcakla)

(İşte 70 yıllık Ramazan Akın’ın öyküsü..)
RAMAZAN’DAN BİR HABER
"Ramazan Akın'a Acı Kelepçe"
Muzaffer Tezel – Yeni Haber – 16 Şubat 2024
Yıllar önce Yeni Asır gazetesinin yakınında bulunan Alman Kültür Derneği’nin
önünde bir oturma eylemi olacağı ihbarı üzerine Ramazan Akın Ağabey “Rambo”
gazeteden hemen olay yerine gitti. Bir süre sonra gazeteden ambulans ve polis
ekiplerinin sirenlerini duymaya başladık. Ertan Gürcaner ile birlikte hemen fotoğraf
makinelerimizi alarak gazeteden dışarı çıktık.
Olay yeri gazetenin çok yakınında bulunan ve Ramazan Akın’ın görevli olarak gittiği
Alman Kültür Derneği’nin önüydü. Bir protesto eylemi vardı, birçok polis aracı ve
bir ambulans da oradaydı. Ortalık ana baba günüydü. Eylemcilerin gözaltına
alındığını gördüm ve hemen oraya koştum. Olay yerini fotoğraflamaya çalışırken iki
genç polis memurunun Ramazan Ağabeyi polis minibüsüne sokmaya çalıştıklarını
gördüm. Bütün çabamla engel olmaya çalışsam da polisler Ramazan Ağabey’i arkası
çelik tel örgülü polis aracına bindirdi. Genç polisler Ramazan Akın’ı eylemci
gençlerden birisi sanmış ve o telaşla eylemci gençlerle birlikte onu da gözaltına
almışlardı. Oysa Ramazan Akın sadece olayı fotoğraflamak için oradaydı.
Araç hareket ettikten sonra diğer polislere Ramazan Akın’ı nereye götürdüklerini
sordum ve bana Kantar Karakolu’na götürdüklerini söylediler. Hemen gazeteye
döndüm ve haber merkezindeki arkadaşlara bilgi verdikten sonra koşa koşa
yakınımızda bulunan Kantar Karakolu’na gittim. Ramazan Ağabey karakol girişinde
bulunan bankta elleri kelepçeli bir halde oturuyordu.
Fotoğraf makinemi çıkararak saniyeler içinde metre ayarı yaptım ve bir kare onu elleri
kelepçeli halde fotoğrafını çekmeyi başardım. İşte ne olduysa o anda oldu polisler
benim fotoğraf çektiğimi görünce fotoğraf makinemi elimden almak istediler ancak
ben vermek istemedim. Kısa bir tartışmadan sonra ben de makinenin içinden filmi
vereceğimi ancak önce durumu gazeteye telsizle (O zamanlar cep telefonu yok haber
merkeziyle telsizle görüşüyoruz) bildirmem gerektiğini söyledim ve karakoldan dışarı
çıktım.
Kantar Karakolu’nun önünde telsizle gazetedeki arkadaşıma konu hakkında bilgi
verirken kargaşanın da yardımıyla ve el çabukluğuyla makinedeki filmi
çıkardım (Şimdiki gibi dijital fotoğraf makinesi , cep telefonu yok rulo kaset olan
fotoğraf makinesi kullanıyoruz) ve belli etmeden gazeteci yeleğimin cebine
koydum ve fermuarını kapattım. Fotoğraf makinesine acele bir şekilde yeni bir
flim takarak tekrar karakoldan içeri girdim. Karakol amirinin gözü önünde
makineden filmi kartuşundan çıkardım ve yani bütün filmi yakarak kendisine
verdim. Daha sonra cebime sakladığım ve içinde Ramazan Akın’ın kelepçeli
haldeki fotoğrafının bulunduğu filmi gazeteden karakola gelen şoför arkadaşımla
gazeteme haber merkezimize gönderdim.
Bu arada o zamanlar Emniyet Müdür Yardımcısı olan Metin Şen geldi ve olayın
gerçek yüzünü öğrendikten sonra Ramazan Ağabey’in serbest bırakılmasını istedi.
Ancak bu arada kelepçenin anahtarı bir türlü bulunamıyordu ve bu yüzden elleri
kelepçeli halde bulunan Ramazan Ağabey de karakoldan çıkamıyordu. Uzun bir
süre sonra kelepçenin anahtarı bulundu ve Ramazan Ağabey kelepçeden
kurtularak serbest kaldı.
Ramazan Ağabey gazete içinde her ay düzenlenen haber yarışmasında bu
haberle “Ayın Haberi Ödülü”nü alırken ben de “Ramazan Akın’a Acı Kelepçe”
fotoğrafıyla “Ayın Fotoğrafı Ödülü”nü kazandım.
Ramazan Akın Ağabey “Rambo” işini çok seven ve aynı zamanda çok duygusal
bir insandı. Ramazan Ağabey yıllar önce emekli oldu ve hayatının geri kalanını
Fethiye’de geçiriyor. Dört yıl önce Enver Kaya ve bir süre önce rahmetli olan
kardeşimiz Ali Osman Taş ile birlikte Fethiye’ye tatile gittik ve eşini kaybeden
Ramazan Ağabey’i de başsağlığı dilemek için ziyaret ettik ve bizi çok iyi ağırladı.
Tahmin edersiniz ki sohbetimizde bu olayı da andık.
Kısa bir süre önce şeker hastalığı yüzünden Ramazan Ağabeyin bir ayağı
kesildi ve şimdi canından çok sevdiği kızları kendisine bakıyor. Kulakları ağır
işittiği için kızlarının da yardımıyla telefonla görüşüyoruz.
Bir dönem Yeni Asır Gazetesi’ne imzasını atarak güzel izler bırakan ve iri yarı yapılı
olduğu için “Rambo” lakaplı Ramazan Akın’ı iyi ki tanıdım ve birlikte görev yaptık. Bu
yaz mutlaka kendisini Fethiye’de ziyaret etmeyi düşünüyorum. Ramazan Ağabeye
buradan tekrar acil şifalar diliyor ve İzmir’den selamlarımı gönderiyorum.)
YAŞAR AKSOY’DAN SON NOT:
Ramazan’ım seni dünyalar kadar seviyoruz. Öptük seni.. Kendine iyi bak. İlk fırsatta
topluca sana geleceğiz..