Bu yaratığı size nasıl anlatacağımı pek bilemiyorum.
Şu satırları yazdığım esnada gazetecilikte 54. yılımı dolduruyorum (2017 yılı), bu
süre içinde, İsmailGökmen kadar sulu sempatik, her daim güleç, süper iyi niyetli, her
an makaraya sarılabilecek derecede şapşal bir başka genç muhabir gazeteciyi
tanımadım. Yahut numaracı tilki gibiydi belki, bu yüzden hep salağa yatıyordu. İkinci
ihtimale şans veremiyorum. Yine de içimde bir şüphe var.
Neden “Göklerdeki İsmail” dedim?.
Kemeraltı üzerine bir dizi hazırlıyordum. Kemeraltı’nın tarihi, ünlü simaları,
vazgeçilmez mekanları filan. Aşağa yukarı diziyi hazırlamış, terminale geçmeye
başlamıştım. Ama fotoğraflarda sıkıntım vardı. Özellikle cami fotoğraflarında
zorlanıyordum. Makinem pek ileri güçte değildi, uyduruk bir Pentax vardı elimde,
üstelik arada sırada kilitleniyordu, geniş açı objektiflerim de yetersizdi. Dar sokaklar
içine sıkışmış Kemeraltı camilerinin ana yapılarını bir köşeden çekince göklere
uzanmış minareleri objektifimin içine bir türlü sığmıyordu. Bu yüzden muhabir
kardeşlerden yardım istemeliydim.
Mesai saatinin bitimine yakın bir akşamüstü zamanında “alt tabaka muhabirlerini”
yazı işlerinin bir köşesine topladım. Aralarında İsmail de vardı. Cingöz cingöz beni
süzüyordu geriden.
Onlara dedim ki:
“- Arkadaşlar. Yardımınıza gereksinmem var. Kemeraltı dizisi hazırlıyorum. Bana
yardım edecek foto muhabiri arkadaşı, diziyi hazırlayanlar klişesinde benim ismimle
yan yana yazacağım, toplumun karşısına birlikte çıkacağız. Problemim şu. Cami
fotoğraflarında minareyi ve çevreyi karenin içine alamıyorum. Bu bakımdan bana
yardım edecek olan arkadaş Kemeraltı’na gidip önce bir caminin, örneğin Başdurak
Camii’nin minaresine çıkacak ve oradan Konak Cami’sini, Kemeraltı Camisi’ni,
Salepçioğlu Camisi’ni, Kestane Pazarı Camisi’ni, Şadırvanaltı Camisi’ni ve Hisar
Camisi’ni tele-objektifle çekecek. Sonra aşağı inip bir başka caminin minaresine
çıkıp, bu kez ilk çıktığı Başdurak Camisi’ni tepeden, geniş biçimde, çevreyi ve
minaresini de içine alacak şekilde sanatsal biçimde fotoğraflayacak?. Bu işe talip olan
var mı?.
Aniden İsmail öne atıldı:
“- Abi bu işi ancak ben yaparım, çünkü bu işin kitabını yazmaktayım!”
Ağzım bir karış açık kalmıştı. “Neo len?. Ne kitabıdır bu yazdığın?” dedim.
Gelen yanıt üzerine hem ben, hem de oradaki diğer muhabirler yerlere yattık:
“- Abi, ben “Havacılık Tarihi” diye bir kitap yazıyorum!”
“- Nerden çıktı oğlum bu iş?”
“- Abi soyadım gök kelimesi ile başlıyor ya, Gökmen demek, İngilizce Gökadamı
demek, ben doğuştan göklerle, havalarda, fezayla ilgiliyim abey.”
Meğer İsmail, kafayı havalara takmış. Havacılık Tarihi diye bir kitabı güya
yazmaya koyulmuş. “Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na, Türk Hava Yolları’na, Türk
Hava Kurumu’na, Kurban Derilerinizi Havacılara Verin” isimli dandik derneklere ciddi
ciddi mektuplar yazıp yardım istemiş, meğerse koli koli uçak kitapları bizimkine
postalanıyor, bizimki de bilgiç bilgiç bu kitapları okuyormuş (!).
Havadan fotoğraf, minare filan dediğimde yine havayla ilişkili sanıp, öne
fırlayıvermiş. Kah kah kah diye gülüp geçtik. Oradan ismi, “Göklerdeki İsmail” diye
kalmıştır benim gırgır ansiklopedimde.
İsmail çocuk ruhludur dedim ya, işte bu avantajı sayesinde gazeteye önce Çocuk
Kulübü’nden sızdı. Ünal Türkeş isimli çok ateşli ve çalışkan bir emekli öğretmen,
Çocuk Kulübü’müzün yönetmeniydi. Adamcağızı kafa kola alıp, sizin için gönüllü
fotoğraf çekerim filan deyip, kulübe yandan sıvıştı. Kulübün içine girmek demek, daha
sonra gazeteye adım atmak demekti. İsmail bu yolu fark etmişti. Önce yıllarca Çocuk
Kulübü’nün gönüllü güleç fotoğrafçısı olarak maymun gibi oradan oraya atlayıp Ünal
Türkeş’e yardım etti. Sonra vaktin geldiğini anlayınca hemen bir uzun atlama yapıp
muhabirliğe terfi ediverdi. Verilen her görevi de aksatmadan yaptığı ve de sempatik
olduğu için yıllarca Yeni Asır’ın alt kadrolarında ağır işçi olarak alnının teri ile çalıştı
çabaladı.
YİNE BİR MÜTHİŞ HATI
İsmail Gökmen’den yine bir hatıra nakledeyim.
Doğru mu söylüyor, yalan mı, pek çözemedim.
1990’lı yıllar. Bana bizim gazetenin arka sokağındaki Sahaflar Çarşısı’nda bir
palmiye ağacının gölgesinde gizlice anlattığına göre, bizimkinin İzmir’deki Amerikan
Ordusu kadın subaylarından bir zenci bayan ile ilişkisi varmış. Ballandıra ballandıra
anlatıyordu. Aynen şöyle:
- Abiy. NATO’da çalışan bir kadın astsubay Amerikalı tavladım. Hem zenci. Bıldır
bıldır bir hatun. İşler iyi gidiyor?
- Yok yahu. Nerden buldun?
- O beni buldu abiy!
- Nasıl ulen?.
- Alsancak’ta bir barda tavladı beni. Hemen evine davet etti. Evine gittik.
Ağabeycim öyle cilveli bir zenci hatun ki. Subay üniformasını çıkardıktan sonra koyu
simsiyah bir afet ile karşı karşıya kalıyorum. Işıkları söndürüyoruz gece. Mum bile
yakmıyoruz. Dans, içki, miçki derken doğru yatak odasına… Zifiri karanlıkta hababam
- debabam sevişip duruyoruz abiy. .Uuughfoşş.”
Hemen sordum:
- Ulen İsmail, tam karanlıkta onu nasıl görebiliyorsun peki?
- Hiç görmüyorum be Yaşar abiy. O, beni görüyor pırıl pırıl!
Bu yanıt karşısında oturduğum uyduruk sandalyeden yere devrildiğimi
hatırlıyorum.
Yalan mı, doğru mu, bilemem.
Yine İsmail’in anlattığına göre, ileriki yıllarda bu kadından bir erkek evladı
doğmuş Amerika’da. “Ulen, çocuk zenci mi, beyaz mı”, diye sormuştum.
“Sütlü çukulata gibi abi,” diye yanıtlamaz mı?.
Çocuğun ismi Arizona, Arnold, Arkansas filan gibi A harfi ile başlayan bir şeymiş.
Doğru mu, yalan mı çözemedim.
VİYANA PRENSİ
Yıllar sonra İsmail, Viyana’ya gitti. Orada tutundu. Hala orada.. Gazeteciliğe
devam etti. Hep haberleştik. Hakikatli çocuktur. Facebook’tan oradaki bombalarını
yakından takip ettim. Benim yazarlıkta 40 yılım dolayısı ile Konak Belediyesi’nin
düzenlediği “Ustaya Saygı” gecesine ta Viyana’dan geldi, yanımda durdu, beni
fotoğrafladı, sarıldık birimize, öpüştük, o kıvırcık saçlarını okşadım keratanın.
İsmail, benim Yeni Asır yıllarımın en matrak, en güzel sayfalarında sırıtıp durur
daima.
17 Eylül 2011 günü Facebook’ta bir ilan gördüm. “Büyük Bomba İsmail Gökmen
bugün İzmir’e geliyooor. Tüm dostlarını, Alsancak’ta Miko Kafe’de Saat:19.00’da
bekliyooor.” diyen ilanı gülümseyerek ve hasretle okudum.
Gitmeme imkan yok.
Artık yerimden pek kımıldayamıyorum.
Uzaktan İsmail’in yeni bombalarının gümbürtüsünü işitmeye çalışacağım.
Eski sanat muhabirimiz Emine Kantarcı telefon etti:
“- Abi ben İsmail’in Viyana Operet’ini izlemek için Miko’ya gidecem. Maymun’un
yeni valslerini sonra sana anlatırım,” dedi.
Ohhhh, İsmail’den Emine sayesinde bomba haberler alabileceğim.
Onsuz yapamam ki.
ÖNEMLİ NOT
İsmail Gökmen’in de içinde bulunduğu yazı dizim ve İzmir camilerinin tam boyut
fotoğraflarının çekilmesi olayının gerisini anlatayım. Fotoğrafları İsmail’e çektirdim ve
diziyi hazırlayıp yönetmene takdim ettim. Sonra ne oldu bilir misiniz?. Dört dörtlük
Kemeraltı dizisi hazırlamıştık. Beni hiç sevmemiş yılan suratlı yönetmen üç yıl kadar
diziyi yayınlamadı, çekmecesinde sakladı.
Bir gün Kuşadası’nda Ege-Koop Toplantısı’ndaydım. Gazetemi açtım sabahleyin.
Bizim yönetmen kendi imzası ile bir yeni bayan yardımcısının ismini de kullanarak,
benim diziyi aynen yayınlıyor. Yani emeğimi çalmışlar, caka satıyorlar. Ama diziyi
kendileri hazırlamadıkları için Şadırvanaltı Camii fotoğrafının altına Hisar Camii
yazmışlar, Kemeraltı Camii fotoğrafı altına ise, Salepçioğlu Camii yazmışlar.
Minareleri şaşırmışlar yahu!.
Allah şaşırtmasın!. Derhal protestomu, herkesin kendisinden korktuğu Patron
Dinç Bilgin’in vekili ve kayınbiraderi Aydın Bilgin’e çektim. Hırsızlar rezili rüsva oldu.
Ama tınmadılar bile. İstanbul’da Sabah gazetesinin binbir derdi ile uğraşan Dinç
Bilgin başımızda olsaydı, suçluları çarmıha gererdi. (Bir gazetecilik emeği 3 yıl
bekletilmez, üstelik başkasının emeğinin üstüne kendi imzanı atamazsın.)
Ahh. Ahh. Şu gazeteciliğin tepesinde “bol şehvet” vardır, oysa dibinde “çok
zahmet” vardır, çooookkk!)
İsmail Gökmen’i artık dünya tanıyor!
Hürol Dağdelen, 9 Eylül 2014 tarihli Yeni Asır’da, İsmail Gökmen’in uluslararası
(!) şöhretini şöyle anlattı:
“.. Yeni Asır’ın kapısından içeri girdiğinde 1986 yılıydı, 13 yaşındaydı. “Ben
gazeteci olmak istiyorum. Bunu her gece rüyamda görüyorum. Ne olur bu fırsatı
tanıyın bana” dediğini anlatmıştı bana. Yaşı küçük olduğu için, “Şimdilik eğitimine
devam et ancak bizlere ara sıra uğra. Sana yardımcı olur, yol gösteririz” demişler
ona.

(İsmail hep havalarda dolanır..)
Ben 1989’da Yeni Asır’a başladığımda tanıştım onunla. Sıradan haberlere
gidiyordu.O yıllarda ona gazetemizin eğitim köşesini hazırlayan rahmetli Ünal Türkeş
destek verdi, sahip çıktı, birçok şeyi öğretti. Gazete gibi sert mizaçlı ve mücadele
yüklü bir kurumda ayakta kalmasının püf noktalarını öğretti.
“Çocuk Gazetesi” ekimiz vardı o zaman. Ünal Türkeş yönetirdi, en önemli
muhabiri ise o. Girişken, zeki, “hayır”ı lugatından silmiş bir gençti. Bu kimliğini iyi
kullandı, kısa sürede Yeni Asır’ın vazgeçilmez isimlerinden biri oldu. Hem iyi bir
haberciydi hem de mükemmel bir foto muhabiri. Güleç yüzü, empati yapma yeteneği,
insan sevgisi, merakı, vefası ve mükemmelciliğe tutkusu, onu hep başarılı kıldı.Birçok
yayın yönetmeniyle, yazı işleri müdürüyle, editörle çalıştı; hepsi de dün neyse bugün
de aynı sözü söyler onun için; “Zehir gibi çocuk.”
İsmail Gökmen’den söz ediyorum, İzmir’in fırtına gazetecisi. Okul haberlerinden
başlayıp magazine, politikaya ve savaş muhabirliğine kadar uzanan o derin
gazetecilik sürecinde, her kademede verilen görevi başarıyla yaptı İsmail.
Mesleğinin gelişimini çok iyi takip etti, dünyayla yakın temastaydı. Her teknolojik
atakta, İsmail danışmanız gibiydi. En son model ve en iyi fotoğraf makinesi ondaydı
örneğin.
Mesleğinin doruğunda, bağımsız çalışmak istedi, Yeni Asır’dan ayrıldı ama hep
içimizdeydi. Yeni Asır’la bağını hiç koparmadı.
Kendi ayakları üzerinde durma konusunda da hiç zorluk çekmedi İsmail. İzmir’de,
Ege’de uzun süre tek başına gazete çıkardı, günlük, haftalık, aylık. Hepsi de iş yaptı.
Küçük Yeni Asır’cının patron hali, hepimizi mutlu etmişti.
Daha sonra İzmir ona dar gelmeye başladı, dünyaya açılmak istiyordu. Bir gün
aniden Avusturya’nın başkenti Viyana’ya gitti.
Bağımsız gazeteci kimliğiyle, kenti tanıma dönemi hariç, başarılı işler yaptı,
yapıyor.
“Yok yahu” denilecek sürede Almanca’yı öğrendi, İngilizce’yi, Fransızca’yı
konuşacak düzeye geldi.Örneğin biz gazeteciler için her zaman bir Viyana rehberidir.
O taraflara yolumuz düşerse, mutlaka ondan destek bekleriz. Yol yordam
göstermesini, bizlere rehberlik etmesini isteriz.
Ve o, hep buna hazırdır. Bir kez olsun “Olmaz, işim var” dediğini duymadım
İsmail’in. Bizim gönüllü elçimizdir o. Hem Türkiye’yi özellikle İzmir’i çok iyi temsil
ediyor hem de bizlere gurur veren işlere imza atıyor. Viyana parlamento üyeleri de
tanır İsmail’i, belediye çalışanları da.
Bunun son örneği, dünyaca ünlü oyuncu Tom Cruise. Amerikalı yıldızın son
filminin galası için Viyana’ya geleceği haberini alan İsmail, havaalanında kamp
kurmuş neredeyse. Tüm yabancı gazetecileri atlatan İsmail, Cruise daha VİP
salonuna girer girmez yanında bitmiş. Hem sevimli tarzı hem de yabancı dil
faktörüyle, kısa sürede oyuncunun güvenini kazanmış. İsmail’in, onunla ilgili yaptığı
haberler, çektiği fotoğraflar da, dünya basınına anında yansıdı.
Birçok ünlü gazete ve haber kanalı İsmail’le temasa geçti, haberler onun
imzasıyla yayınlandı.
Bu çok özel bir başarıdır hem İsmail hem de Yeni Asır için. Çünkü Yeni Asır
okulu, bir öğrencisini daha emekleme döneminde, zirveye çıkaracak altyapıyı
hazırlamış ve yetiştiğine inandığında ise özgürlüğe salıvermişti.
Bugün 9 Eylül, İzmir’in kurtuluşu. Hep aynı şeyleri yazmaktansa bir İzmirlinin
başarı öyküsünü anlatmak istedim size. Atatürk’ün çizdiği yolda ilerleyen, başaran bir
İzmirliyi. İsmail Gökmen her zaman gurur kaynağımızdır bizim.”