Ergun Gümrah’a bayılırım. Şen çocuktur. Heyecanlı çocuktur… Çabukçu, acilci
çocuktur. Ama güzel adamdır. Hayatta acelesi vardır. O yüzden çok evlenmiştir.
Ergun Gümrah, Yeni Asır’da gelip geçmiş muhabirler içinde ismini gazete
duvarına kazımış bir gerçek gazetecidir. Epey ince uzun boyludur, kültürlüdür, asil bir
tadı vardır. Kültürlüdür derken solcudur demek istedim yani. Entel dantel sanmayın.
Ergun’dan birkaç hatıramı anlatayım. Ergun’un ilk eşi bana göre çok hanım,
mütevazı bir aydın kardeşimizdi. İkisi birden beni uzaktan izlemişler, halime
acımışlar. Sabah akşam gazetede çalış, ne yediğin belli, ne yattığın yer belli. Yahu
demişler “Şu gariban Yaşar abiyi, haydi evlendirelim!”. Nihayet arayıp tarayıp
kendilerince bana uygun bir aday bulmuşlar. Konuyu ucundan açıklayıp bir akşam
evlerine yemeğe davet ettiler. O hanım kızcağız da gelecekmiş. Hiç evlenmemiş
sosyal statüsü olan bir adaymış.
Hadi bi görelim dedik, Ergun’lara gittik.
Kız geldi… Aman Allahım, Jean Seberg gibi sarışın kısa erkek saçlı bir duru
güzellik. Hani, Jean Paul Belmondo ile serüven filmlerinde oynayan esrarengiz İsveçli
güzel Jean Seberg sanki.
Ulen dedim içimden, yahu bu güzelliğe ben yakışır mıyım? Hatta yer sofrası gibi
bir ortam oluşmuştu, kupa kupa şarap içiyoruz. Kız, İngilizce öğretmeniydi galiba.
Hiçbir sululuk yapmadan asil duruşunu sergiliyor. Sanki prenses… Bir ara laf nerden
geldi bilemiyorum kız, “Bizim sarayda dün öğlen şöyle böyle bir şeyler olmuş” demez
mi?. İrkildim ve sordum:
- Affedersiniz, sizin sarayınız mı var?
- Yok canım, babamın işyerine annemle “saray” deriz.
- Babanız ne iş yapar?
- Ben, İzmir Valisi’nin kızıyım!..
Allaaaah dedim içimden, başımdan kaynar sular döküldü. Kaleminin ucuyla
kazanan ve kıt kanaat geçinen bir dul gazeteci ile sarayda (!) oturan bir Vali kızı nasıl
yan yana gelir ve evlenir?. Protokol, statüler, polisler, korumalar, vilayet makam
arabaları, başbakan geldi, cumhurbaşkanı gitti, borazancı tiii çekti, belediye başkanı
ile yan yana cipin üzerinde geçişle tören alanında resmi geçit başladı, bayrak
göndere çekildi, bando çaldı, İstiklal Marşı başladı…
Aman Allahım, benim gibi bohem biri ne yapar bu hengamede.
Üstelik dulum. Ortaokulda bir kızım, evde iki ihtiyar var, anamla babam. Ne
tapulu evim var, ne arabam.
Ergun’lar şarap kupalarını deviriyorlar, ben evden nasıl kaçacam onun planını
yapıyorum. Sonunda ziyaret bitti, evden tüydüm. Böylece Ergun’cuğumun o güzel
hayali söndü gitti.
Ancak uzun yıllar sonra o kızcağızın, sonradan evlendiği eşiyle çok kötü bir
şekilde ayrıldığını öğrenmemle, hatta bazı olaylarına şahit olmamla içim acımadı
değil.
Ama davul, dengi dengine vurmadı, di mi ya?
Ergun’dan bir hatıra daha.
GÖKOVA’DA KIYAMET KOPUYOR
Güngör Mengi bizi çağırdı ve “Hemen donanımınızı kuşanın Gökova’ya
gidiyorsunuz” diye acil görev verdi. Gökova’da kıyamet kopmakta. Özal zamanı. Bir
kapkara termik santralı getirip Gökova körfezinin yani cennetin tam ortasına ulu
devletimiz dikmek istiyor. Çevreciler ayaklanmış durumda, Saynur Gelendost
önderliğinde Bodrum Gönüllüleri teşkilatı, tüm sol örgütler, başta Cumhuriyet gazetesi
olmak üzere direnişi geçmişler, santralın yapılacağı alanda köylülerin de desteği ile
çevre dostları, hükümet kuvvetleri ile göğüs göğüse gelmişler. Cumhuriyet gazetesi
on gündür manşetten haber vermekte.
Bizim hafta sonunda Göztepe maçına odaklanmış yazı işleri de derin uykuya
dalmış…
Ama Güngör Mengi, durumu izlemiş ve haydi demiş Ergun ile bana. Ergun tele
mele ne bulduysa yüklendi. Otogardan Bodrum otobüsünü atladık. Uzun süreliğine
gidiyoruz. Muhasebeden de biraz para aldık. Harcadığınızı belgeleyin diye de
nasihat.
Otobüs kalkar kalkmaz ben kafamdan bir palan yaptım, hemen tıkır tıkır bunu
işletmemiz lazım vardığımız yerde. Ergun kulaklığını taktı, yarı uyur vaziyette
kaykıldı, koltuğunun içinde sekiz oldu keyfine bakmakta.
Öyle gidiyoruz. Yolu yarıladık.
Ergun’u dürttüm.
Kulaklığı istemeye istemeye çakardı, “Buyur abi?” dedi. “Erguncum, bak hemen
şu röportaj yapmalıyız, sonra şunu şunu, filan falan” dedim. Adam ne dedi bana,
dinler misiniz?

(Ercan İşsever, Yaşar Aksoy, Ergun Gümrah..1985’ler.. Yazıişleri..)
“- Abi bu işi Cumhuriyet götürüyor. Aslanlar gibi. Bize ne gerek var. Nasılsa
çok gerilerde kaldık. Boşver. Üzme sen tatlı canını!.”
Yine kulaklığı taktı, bu sefer sırtında bana döndü, dalgasına bakmaya başladı.
Allaaahhh dedim içimden, hapı yuttuk, Cumhuriyet gazetesi solcu ya, bu da
solcu… Hayatta solun geçilmesini, yenilmesini istemez. Alllaaahhh, nasıl yapacağız
biz işimizi?
Bodrum’da indik bir pansiyona yeşleştik. Akşam üstü filandı. Pansiyonun
telefonundan Cumhuriyet gazetesi İzmir bürosunu aradım. Bir vatandaş gibi
Bodrum’da bulunan Cumhuriyet gazetesi muhabirinin kaldığı otel veya pansiyonun
telefonunu istedim, verdiler. Numarayı aldım. Bu kez o pansiyonu aradım,
Cumhuriyet muhabirinin nerede olduğunu sordum. Filanca barda arkadaşlarıyla
buluşmuş. Yani kafayı çekiyorlar.
Hemen odaya döndüm, Ergun’a, “Fırla ulen, gidiyoruz!” dedim. Fırladık, doğru
sahildeki ünlü müzik kompozitörü Amerikan vatandaşı Ahmet Ertegün’ün villasına,
adam yemyeşil bahçede etrafında korumaları, sevgilileri viski çekmekte. Adamdan
“İstemiyoruz bu termik santralı..” diye beyanat aldık gece vakti. Hemen haberi
gazeteye geçtik, filmleri İzmir otobüsüne yetiştirdik.
Ertesi günü Yeni Asır’da manşetteydik.
Ergun’cuk gazetenin birinci sayfasında imzasını görünce sevindi garibim.
İkinci gün Bodrum Belediye Başkanı ve solcu, çevreci, aktivist kişiler ile söyleşiler
yapıp yine gazeteye geçtik.
Ertesi günü yine manşetteydik.
Üçüncü gün yine manşetteydik.
Her gün okkalı iki üç haber yapıp geçiyorduk.
Hep manşetteydik.
Direnişçilerin arasına karıştık, köylülerle kucaklaştık, pankartların altında
fotoğraflar çektirdik, söyleşiler yaptık.
Bu arada Cumhuriyet gazetesi alıyor bakıyoruz, bir şey yok. Muhabir devamlı
kafayı çekiyor.
Ergun Gümrah, ilk kez Cumhuriyet gazetesini atlatmanın, o büyülü gazeteden
daha nitelikli haberler yaratmanın keyfini yaşamaya başlamıştı. Gerçek solculuk
buydu herhalde.. doğru yönde Cumhuriyet’ten daha önemli haberler yapmaktı..
Bayıldı bu yarışa ve ipi göğüsleme heyecanına. Artık Cumhuriyet, Mumuriyet
demiyor, eşek gibi çalışıyor, yeni manşetlere koşuyordu.
Bu arada, karşı Yunan adasına geçip oranın belediye başkanı ve halkından “Biz
de o termik belasını istemiyoruz, kara rüzgârı bize gelecek!” diye beyanat aldık mı?
Son kroşe acı olmuştu. Tüm rakip basın şapa oturdu.
Cumhuriyet gazetesi İzmir Büro Müdürü sevgili Hikmet Çetinkaya bizim orada
olduğumuzu öğrenmiş, kendi muhabirinin peşine düşüp ona fırça üstüne fırça
çekiyordu.
Bu arada Ergun bastırıyor “Abi bir kral restoranda rakı balık yapalım” diyordu,
ben ise domuz gibi “Bize verilen tahsisatı aşmayalım, kuru fasulye yiyelim” diyordum.
Böylece üç dört gün daha geçti.
Aniden Yazı İşleri Müdürü Şevket Özçelik, bizim pansiyon telefonundan beri
aradı, yarım fırça ile şunları söyledi:
“- Siz orada taraf olmuşsunuz, solcu olmuşsunuz. Gazetecilik yapacak
yerde militan olmuşsunuz. Hemen geri dönüyorsunuz. Çabuk.”
“- Abi tamam dönelim, ama yarım bıraktığımız görev ne olacak?”
“- Yerinize başkasını gönderiyorum.”
“- Kimi abi?”
“- Gözlüklü Martı geliyor olay yerine.”
Haydaaa…. Kardeş gazetemiz İstanbul’daki SABAH gazetesinde “Gözlüklü
Martı” diye yağlı ballı bir çevrecilik köşesi olan bir yazar, taaa İstanbul’dan geliyor ve
görevimizi bizden alıyordu.
Tamam dedik işi bıraktık geri döndük. Minik harcamalarımızı da milim milim
muhasebeye sunup, artan parayı da iade ettik.
Sonra ne oldu peki?
Gözlüklü Martı, karısı, yetişkin iki oğlu, gelinleri, torunları, kayınvalidesi ile
tam 8 kişi, uçakla İzmir’e, oradan Bodrum’da gelip en lüks otele yerleştiler ve
on gün vur patlasın çal oynasın, yiyip içip doğru dürüst bir haber de geçmeden
Bodrum keyfi yaptılar. İnanılmaz bir masraf çıkardıkları için onlar da geri
çağrıldı.
Yaaa işte Ergun’cum… Biz gerçek gazetecilik için anamızdan emdiğimiz
burnumuzdan gelirken, tepelerde malı götürenler yine galip gelmişlerdi. Bu arada
otobüsle biz İzmir’e dönerken, sen aniden Yatağan’da yolcu otobüsümüzü durdurdun
ve tepeye çıkıp fotoğraf çekmeye başladın. Ve masmavi doğayı bacasından çıkan
dumanlarla kapkara bir cehenneme çeviren Yatağan Termik Santralının fotoğrafını
çektin ve yine manşete oturmuştun. Hatta o fotoğrafla ödül de almıştın.
Artık Ergun Gümrah olarak, gerçek gazeteciliğin keyfini çıkartmaya
başlayabilirdin.
Öptüm seni.