Gazetecilikte işin ballı kaymağını, üst yöneticiler, başyazarlar, usta editörler,
yıllanmış sayfa sekreterleri yer. Şimdi soralım bakalım?. Foto muhabirleri olmasa, ne
yaparlardı?. Üstelik savaşta, cinayette, yangında, anarşide, terörde, kavgada,
depremde, tehlikenin içinde olan foto muhabirleridir.
Gazete yazarı, yazısını bir kafede yazıp, laptop ile gazetesine haberi geçebilir.
Ama foto muhabiri olayın tam göbeğinde olmak zorundadır. Ölen yaralanan daima
foto muhabiri olur. Rahmetli Tarık Sarı’yı unutmayalım. Görev anında şehit oldu:
sigortası bile olmadığı ortaya çıktı. Bu yüzden, bu günkü yazımda foto muhabirlerinin
hakkını teslim edelim derken, İzmir’in ünlü bir foto muhabirini size tanıtacağım.

(Cumhuriyetin 100. Yılında (2023), Zeki Pordoğan’a “İzmir Ödülü” takdim
ederken..)
BİR KRAL FOTO MUHABİRİ
İsmi Zeki Pordoğan. Bir foto muhabiri. Bir duayen. Aslında bir balet. Bale oynar
gibi fotoğraf çeker.
Önce Yeni Asır’da bana yaptığı inanılmaz yardımı anlatayım. Gazetede ilk
günlerim. Gazetenin koordinatörlük servisinden bana bir görev verildi. Efes Pilsen
şirketi benim yapacağım ve çerçeve içinde özel yayınlayacağımız söyleşileri yüklü
reklam parası ile destekleyecekti.
Söyleşinin altında adamların marka tanıtımları yapılacaktı. Bir liste yapıp
vermişlerdi. En başta bir kabare şarkıcısı Gülen Yaman’ın ismi, sonra “Bal Arıları”
isimli komedi ikilisi, sonra bir yaşayan İstiklal Savaşı Gazisi, en sonra bir ünlü
futbolcuyu Göztepeli Kamil’i istemişlerdi.
En baştaki şarkıcıdan başlanacaktı. Hiç unutmam, Gülen Yaman isimli bir
assolist. Yani bir gazino şarkıcısı, Emel Sayın gibi filan değil. Alllaaahh dedim
içimden, gazinosuna gidip bu hanımı nasıl ikna edeceğim, üstelik fotoğraflarını
nerede çekeceğim, dahası pek çalışmayan bir eski fotoğraf makinem vardı. Hapı
yutmuştum yani. Gazeteye girdiğim gibi çıkışım verilecekti..
MAGAZİN TARZIM DEĞİLDİ
Magazin hiç tarzım değildi. Ama bu gazetede her işi sana yükleyebilirlerdi. Film
yıldızı Romy Schneider’in ölümü üzerin herkesin takdirini kazanan “Pembe Prenses”
başlıklı ultra keyifli yedi günlük bir dizi yayınlamıştım. Beni hiç sevmeyen yazı işleri
müdürü, hemen bir gün sonra “Ramazan Sohbetleri” ismi altında beni varoşlara
gönderip hiç tanımadığım çevrelerin içinde başı takkeli insanların arasına oturtup
besmele ile Ramazan sohbetleri yaptırmıştı, hem de tam 30 gün.
Ne Romy kalmıştı, ne karizma. Yolda beni gören tanıdıklar, “Yaşar baba, tam
tarikat oldun!” diye laf çarpıtıyorlardı. Ne edersin, ekmek parası?
Ne yapmalıydım?. Şarkıcı hanım evet gazino assolisti idi ama pavyon artisti idi
aynı zamanda. Ona nasıl ulaşacaktım?. Bitti bu iş dedim, gazetecilik maceram
noktalanıyor galiba. Yazı işlerinden bir alt kata indim. Matbaaya uzanan daha alt kata
inilen merdivenin başında iki elimi başımın yanaştırıp düşünmeye başladım. Aniden
bir sesle sarsıldım.
“- Ne düşünüyorsun öyle evladım? Arpacı kumrusu gibi?
- Bir görev verdi Çetin abi. Ama yapamayacağım galiba. Hiç tarzım değil çünkü.
- Ne göreviymiş o?
- Hiç tanımadığım Gülen Yaman ile söyleşi.
- Yok yav?.
- Evet, hapı yuttuk. Fotoğrafları da çekilecekmiş.
- Sen gel bakalım benim stüdyoya, bi düşünelim.
O yıllar Zeki Pordoğan bizim fotoğraf baş yetkilimizdi, patron Dinç Bilgin’in çok
yakınıydı ve gazete içinde stüdyosu vardı. Özel işlere giderdi. Stüdyoya girdik,
oturduk. Zeki Pordoğan akıldan bir telefon çevirip konuşmaya başladı:
“- Kız Gülen napıyon? Bak başına devlet kuşu kondu. Büyük yakışıklı
yazarımız Yaşar Bey, hani Yaşar Aksoy var ya, işte o, seninle bir röportaj
yapacak. Yarım sayfa yayınlayacağız. Yarın ev adresine gazetenin otomobilini
gönderiyorum. En şık ve frapan elbiseni giy, seksi filan ol. Kültürpark’ta Ada
Gazinosuna gel. Saat 14.30’da filan. Fotoğraflarını ben çekecem. Aynalı olacak
tamam mı?. Bak hazırlan şimdiden. Senin oranı buranı öperim, iyi mi?

(Fotoğraf ustası Zeki, gençlik yıllarında)
BİR MARDİN ÇOCUĞU
Zeki abi, çat dedi telefonu kapadı. Bitti bu iş, dedi. Rüya mı görüyordum? Bu
Mardin evliyası gibi adam nereden çıkıp imdadıma yetişmişti böyle. Ertesi günü
Gülen Yaman kraliçeler gibi geldi randevuya. En iyisinden işi yaptık ve yayınladık.
Üstelik sırası gelen diğer Efes Pilsen röportajlarında her fotoğrafımızı yine
yardımsever Zeki Pordoğan çekti.
Ben bu adamı başımın üstünde taşımam da, ne yaparım?
Mardin’in ünlü bir türküsü vardır: “Kirpiklerin ok mudur oy oy. Kalbime batıyor
diyar Mardin güzeli. Gözlerin güneş midir oy oy. Beni yakıyor diyar Mardin
güzeli. Güllere bak güzelim. Bülbül kıskanıyor. Gülen yüzüne değil. Kalbim çok
seviyor.”.
1940 yılında Mardin’de aşçılık, baklavacılık, restorancılık yapan rahmetli Hacı
Abdi Pordoğan’ın oğlu olarak dünyaya gelip, 7 yaşında iken evlerine kiracı olarak
gelen Malatyalı Ali Şen isimli bir fotoğrafçının yanında çıraklık yapmaya başlayan ve
15 yaşında geldiği İzmir’de alın terini objektifin arkasına adayıp, günümüzde İzmir’in
ünlü bir fotoğraf duayeni haline gelen Zeki Pordoğan’a bu “Mardin” türküsünü ithaf
ediyorum.
Çünkü yaşamımda ölesiye İzmir’i seven, ama doğduğu Mardin’e de aşık bir
başka birisini tanımadım. O, dünyanın en iyi insanıdır, Türkçe, Kürtçe ve Arapçayı
ana dili gibi bilen bir Atatürk aşığı Türkiye evladıdır.
Zeki ağabeyin çektiği fotoğraflar ve tadına doyum olmaz anıları, İzmir’in görsel
belleğidir. Zeki ağabeyim bu belgelerini hiç bir kuruma (üniversiteler dahil), hiç bir
kişiye karşılıksız kaptırmamalıdır. Mutlaka ve mutlaka kendi ismiyle yayınlanacak
albüm ve katalogları, internet sitesini yaratmalıdır. Çünkü dünya acımasız. Ve
hepimiz artık hızla sona yaklaşıyoruz. Alın terimiz heba olmamalı.
ZEKİ MÜREN İLE ANISI
Usta fotoğrafçımızın, Zeki Müren ile ilgili nice anıları bulunmakta. Şimdi onu
dinleyelim:
“- Büyük Efes Oteli’nde çalıştığım 1960’lı yıllarda Zeki Müren’i otelin bahçesinde
ve havuzdan bol bol çekerdim. Bir gün havuzda birkaç fotoğrafını çektim. Özel
işlemle ufak tefek rötuşlar yaptım. Gıdısını ve gözaltı kırışıklıklarını yok ettim. Aldım
götürdüm verdim. Fotoğrafları büyük bir dikkatle inceledi. Çok zeki bir insandı.
Fotoğraflarıyla oynadığımı hemen anladı. Kral dairesine beni davet etti:
“- Adaşım, bundan böyle benim tüm fotoğraflarımı sen çekeceksin.” dedi ve
ekledi:
“-Hadi, hemen başlıyoruz!.”
O gün saatlerce 12 ayrı muhteşem kıyafetiyle Zeki Müren’in, Kral Dairesi’nde
yüzlerce fotoğrafını çektim. Objektifimi çok beğendi. çok ama çok dost olduk, bundan
sonra. Sahneye bile çıkar onu belgelerdim. Konser sonrası şoförü ile birlikte
Kültürpark’tan ayrılır, otele geri dönerdik. Çevresinde ne fedaisi, ne koruması vardı.
Sahneye çıktığında taşkınlık yapan tek kişi yoktu. Hanımlar ve beyler, 1960-70’lerde
Zeki Müren’i dinlemek için balo kıyafetleriyle gelirlerdi. O şarkısını söylerken çıt
çıkmazdı. İzmir’de böylesine bir sahne adabı vardı.
Bir gün başımıza bir bela musallat oldu. Sarhoş bir adam, sahne çıkışında Zeki
Müren’i yakaladı, “Sen yuvarlak mısın?.” diye sıkıştırmaya başladı. Zeki Müren durdu
durdu, sonunda patladı. “Evet yuvarlakım!. Sen ise, dörtköşe misin?”. Adam rezil olup
çekip gitti.
Zeki Müren başta olmak üzere Gönül Yazar ve Safiye Ayla. Müzeyyen Senar,
Emel Sayın, Hülya Avşar, Sibel Can. Gaskonyalı Toma, Coşkun Sabah, Güneri
Tecer, Ayhan Işık, Sardi Alışık, Yusuf Sezgin, Juanito, Öztürk Serengil, Los Trios,
Los Macucambos, Adamo, Julio İglesias, Feliciano, Marc Aryan, Silvy Vartan ve
Johanny Holliday, Tony Curtis, Charlton Heston, hepsi bana poz verdiler. Bu
geçmişin ünlü kişilerini belgelediğim için kendimi mutlu bir insan sayıyorum.”

(Gülen Yaman ile Ada Gazinosu’nda meşhur röportajımı yaparken..)
ÖRNEK GAZETECİ
Zeki Pordoğan, gazetecilik yaşamında Erol Simavi, Dinç Bilgin, Nedim Demirağ,
Nejat Seçen, Güngör Mengi, Kemal Ilıcak, İsmail Sivri, Erdal Şafak, Şadan Gökovalı,
Çetin Gürel, Aziz Halkapınar ve bendenizi örnek sembol gazeteciler olarak görüyor.
Hürriyet gazetesinde iken unutamadığı bir anısını soruyorum:
“- 90’lı yıllarda PKK’nın en aktif olduğu dönemde, her sene Mardin’e gider tarihi
eserlerin fotoğraflarını çekerdim. Deyrülzaferan Manastırı’nda iki Cambridge
öğrencisi İngiliz kızla tanıştım. Onlara rehberlik ettim. Urfa, Adıyaman, Midyat,
Nemrut ve civarını adım adım gezdik, bir kötü olayla karşılaşmadık. Nemrut Dağı’nda
fotoğraflarını çektim ve Hürriyet’e geçtim. Nejat Seçen, Hürriyet’in Türkiye baskısında
“Cesur Kızlar” diye manşet attı. Hürriyet teşekkür edip, ödül verdi, yarım maaş nakit.
Hürriyet büyük gezetedir.
Yine unutamadığım olaylardan bir kaçı. Amerika Başkanı Johnson İzmir’e geldi.
Gece Kısmet Otel’de kalacak. Adamın sırık gibi boyu var. Yatağa sığmayacak.
Başkana özel upuzun karyola yapıldı hemen. O karyolanın resmini çektim, bir yandan
da katıla katıla güldüm. 1972’de İngiltere Kraliçesi’nin gelişinde resmini çektim.
Selleri, yangınları, depremleri çektim. Nice siyasi, kültürel, sportif olay objektifimin
içinden gelip geçti. Güngör Mengi, meşhur “Can Can” köşesini yaparken hep
yardımcı oldum.
1984 Dünya Olimpiyatları’nda Yeni Asır’a dış basından gönderilecek tek fotoğraf
için 150 TL. ödüyoruz. Yani, maaşımın üç katı. Olimpiyat açılış günü Spor
Müdürümüz rahmetli Ceyhan Gür, kara kara düşünüyor. Para yok. Fotoğraf satın
alamayacağız. Yalnızca benim evimde renkli televizyon vardı.
Eve gittim. Televizyonu açtım. Roleflex makina ile açılışlardan nefis fotoğraflar
çektim. Ceyhan’a yetiştirdim. 5 tane fotoğrafım, sanki Los Angeles’ten muhabir
arkadaş Erol Yaraş göndermiş gibi basıldı, onun imzasıyla. Güngör Mengi, Ceyhan’a
“- Aman yandık. Yahu kaç para vereceğiz fotoğraflara” deyince, Ceyhan, “Ustalar
ustası Zeki ağabey armağan etti!.” demez mi?. Çalıştığım kuruluş önde gelir, ben
daima ikinci planda dururum. Bu benim tercihimdir.
Ben, şimdi eşi bulunmaz Atatürk fotoğrafları koleksiyonum ile, İzmir Fotoğrafları
arşivimle, binbir çeşit sanatçı, politikacı fotoğraflarımla içice, mesleğine aşık mutlu bir
aile babasıyım. Görevimi yaptım!.”
CUMHURİYETİN 100.YILINDA
Cumhuriyetin 100.Yılı dolayısı ile 2023’te, genel yönetmeni olduğum Uluslararası
İzmir Araştırmaları Merkezi olarak Zeki Pordoğan’a “İzmir Ödülü” takdim ettik. Ödülü
kendisine Alsancak’ta Yakın Kitabevi’nde verdim.
Ödülü alırken gözleri ıslanmıştı.
Benim gözlerim de ıslaktı.
Ellerinden öperim Zeki ustam..