İzmir'de Son Dakika
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Arşivdeki Kamil’in iddiası: “Kitap, kepek yapar!..”
Yaşar Aksoy
YAZARLAR
10 Ağustos 2025 Pazar

Arşivdeki Kamil’in iddiası: “Kitap, kepek yapar!..”

Kamil muzip biriydi. Engelli, iskelet dengesini kolayca bulamayan bir gençti.. Yeni
Asır’ın arşivinde 1980’li yıllarda çalışırdı. Bir zamanlar genel kurmay arşivini yönetmiş
olan ve kitap tarihi üzerine enfes bir eseri bulunan Arşiv Müdürü emekli Albay Orhan
Öcal, yardımcısı Nursen Duran (daha sonra Mehtap), babayiğit bir genç olan ve şimdi
İsveç’te yaşayan Ali Aras, (daha sonra Mehtap kızımız) ve de bizim muzip Kamil
arşivin küçük masası çevresinde toplaşırlardı.


Bizim arşiv bölümü gazetenin içinde sığınılacak bir liman gibiydi, orada içten
arkadaşlıklar oluşur, herkes birbirine içini döker, sıcacık saatler geçerdi, gazetenin
öbür taraflarında bir iç savaş havası hakimdi.
Kamil doğuştan çocuk felçliydi. Ayakta bazen dengesini kaybederdi, konuşması
pek yoktu, ağır cüssesi ile dosya dolapları arasında dolanır, yazı işlerinden istenilen
fotoğrafı veya belgeyi bulur, aşağı inip gazetecinin masasına bırakırdı. Bazen
dengesini kaybeder gümbür diye yere devrilir, herkesin içini titretirdi. Ama o bizim
sevimli Kamil’imiz idi.
Ama muzip bir gençti.
Gözüyle bizimle dalga geçerdi.
Anlardık makaraya sarıldığımızı, ama hiç sesini çıkarmazdı. Boş boş bakardı.

(Arşivden bir olağan görüntü, Yaşar Aksoy, arkamda Kamil, Ali Aras ve
Nursen.. Oturan arşiv müdürümüz Orhan Albay.)


OTURAN BÜYÜK BOĞA
Ben ona “Oturan Büyük Boğa” derdim. Çünkü hep düşünen, hiç konuşmaya
tenezzül etmeyen ancak çok sevdikleriyle gözleriyle muhatap olan bir Kızılderili

Filozofu gibiydi, beni sever arada bir iki kelime lütfederdi kerata. En sıkışık anda, bir
şey istediğinizde arar bulur, bir süre sonra dansöz Nana’nın veya Sophia Loren’in
gerdan kıvırtırken çekilmiş Sipa-Press fotoğrafını size getirirdi.
Bir gün arşivde baş başa kaldık. Ben zır zır konuşup duruyorum. Bir taraftan
fotokopi çektiriyorum. Aman Tanrım, yazımı yazacağım, habere gideceğim, fotokopi
çektireceğim, gelen giden telefonlara bakacağım, kamerada fotoğrafların kopyasını
çıkaracağım, yazımı sekretere teslim edeceğim, gidip sayfamın nasıl yapıldığını
inceleyeceğim, bir gün içinde neler neler, ne eziyetler çekerdik yahu şu gazetecilik
yıllarımızda, neyse düşününce nasıl o işleri becerdik diye şaşıyorum vallahi, neyse
dedim ya. Kamil, donuk ve hiçbir şey ifade etmeyen gözleriyle bana bakmaktaydı.
Aniden soruverdim.
“- Kamil, sen kitap okur musun?.”
“- Hooovh.”
Bu yanıt, Kamil’in lisanında “Hayır” demekti, yeniden üsteledim:
“- Kıtır kesme, mutlaka okuyorsundur?.”
“- Hooovh.”
Kafamın tası atmıştı. Sertçe sordum.
“- Niye okumuyosun lan?.”
Kamil malın gözü. Gözlerini bana dikip, çok düzgün bir Türkçeyle tane tane
konuşmaz mı?.. Sonra da kahkahasını patlatıverdi:
“- Çünkü kepek yapıyor!. Keh, keh, keh.”
Donup kaldım. Madara olmuştum. Bizim Kamil müthiş bir espri patlatmıştı. Koca
Türkiye’nin niçin kitap okumadığını bundan daha iyi kim anlatırdı ki?. Hemen
kerataya çok sevdiği Coca-Cola ısmarladım, şapur şupur içti.

KİTAP KÜLTÜRÜMÜZ YOK..
Kamil doğru söylemişti. Milletimiz, kafada kepek yaptığı için kitap okumuyordu.
Kafanın içi boş kalsın, dışı temiz olsun isteniyordu. Oku, oku sonunda ne olacak ki?.
Kamilciğim ile aramızda geçen bu diyaloğu, 22.10.1992 tarihli Yeni Asır’da yazarak,
okuyucularımı gülmekten çatlatmıştım.


Dönelim konumuza. Fazla kitap, ne cep doldurur, ne sevgili getirir. Tam tersine,
cebiniz boşalır, sevgili denen salak, kitabı benden çok seviyorsun deyip, boş kafa bir
adama kaçıverir. Üstelik, kitap kafayı pisletir, kepek yapar.
Bizim Kemeraltı’ndaki İleri Kitabevi sahibi Özkan Başer, bir zamanlar şakır şakır
bir Kitap Bülteni yayınlardı, on kez yayınladılar, kentte kitap okunmasını önerdiler, en
çok okunan kitapların listesini verdiler, tam 6000 kişiye bu bültenleri gönderdiler. Bir
bülteni iki kişi okusa, 12.000 kişi eder. Özkan, kitap satışında patlama yaptı mı?. Ne
gezer. Kitapçılar, eğer sırtlarını holdinglere dayamamış iseler sinek avlamaya
mahkumdurlar, kıt kanaat geçinip giderler ve yine direnirler.


Kitap sevgisini geliştirmek için büyük ve orijinal projeler gerek. Tıpkı kepeği
kökünden yok edecek güçlü şampuanlar gibi. Ne olabilir bunlar?. Bu televizyon ve
internet baskıcı düzeninde kitap nasıl nefes alıp verecek?. İşte bütün derdimiz budur.

(Ali Aras, Yeni Asır’ın maskotu Güral Baba ile arşivde makara yapmaktalar.)


KİTAPLARA SARILDIM
Kamil ile konuştuktan sonra, Kamil’e inat kitaba bir sarıldım ki sormayın.
Dominigue Simonnet’in “Çevrecilik” kitabını gündüzleri boş vakitlerimde okudum. Eski
kitapçıdan aldığım Prens Halim Paşa’nın “Fikir Buhranımız” kitabına da çok takıldım,
ülkemizin bu ilk liberalinin şifrelerini çözmeye çalıştım.
Falih Rıfkı Atay’ın “Batış Yılları” da elimden düşmedi. Ahmet Rasim’in “Şehir
Mektupları” da enfesti. Kenti yazmak için, eski yazarların rahle-i tedrislerinden
geçmek gerek. Musahipzade Celal’in “Eski İstanbul Yaşayışı” kitabını da azar azar
okuyordum geceleri. Çantama da koyuyorum. Melda Akdeniz’in “Hüzün İzleri” isimli
şiir kitabını da aradım, bulamadım.
Birçok kitap geçiyor elimden. Okuyorum, okuyamadığımı özlüyorum. Okumaktan
vazgeçemiyorum. Orhan Pamuk’un “Kara Kitap”ına da, Kamil ile konuştuktan sonra
başlamıştım, müthiş bir roman. Bu arada Adalet Ağaoğlu’nun “Gece Hayatım” isimli
kitabını da okumalı mı?. Ama bu kitabı okumak için “Gizem Dolu Dünyamız” isimli
kaynak kitaptan işe başlamak gerekiyormuş.
Kitap okuduktan sonra duş alıyorum.
Tüm, kepekler gidiyor.

 


KAFAMDA KEPEK VAR
Bu arada düşünüyorum. Oldum olası, kendimi bildim bileli, gençliğimden beri
başım berbat kepeklidir, bazen yıkamakta geçikirsem kabuk kabuk kafamı kaplarlar,
hep kaşınırlar, hep tıkır tıkır önüme dökülürler, başımı yıkarım, iki gün sonra yine
kepek doludur.
Acaba çok kitap okuduğum için mi?.
Kamil, galiba bir “kuram” ortaya attı.
Kitap, kepek yapar mı?.
Kamil, acaba gizli bir ermiş miydi?.
Arşivden onu yazı işlerine gönderirler, orada ortalığı temizle derlerdi. Kamil aşağı
katta eline ne çarparsa toplar, alır yukarıya arşive getirirdi. Kamil, Bilge’nin kaybolan
Yaser Arafat kasetini bile aşağıdan alıp arşive getirmesin mi?..

Bir gün benim Attila ilhan tipi lacivert kaptan şapka kaybolmuştu. Arşive çıktım elimle
koymuş gibi şapkamı buldum.. Kamil’i hatırladınız değil mi?.. Hani konuşacağı zaman
tek kelime söylerdi: HAAOVVNN..
Bizim tercümen Emekli subay Turan Güney’in in oğlu idi.Turan albay, Figen Eğriboz
(Amerika’da ölen rahmetli Figen Şen), Erdal Şafak’a yabancı dergilerden tercümeler
yaparlardı.


ARŞİV MUHABBETLERİ
1989’da Bilge Egemen işe başladığında, arşiv görevlileri Nursen ve Mehtap öğle
tatilinde Kemeraltına giderler.. O esnada Mehmet Karabel, Bilge’den acil olarak
Bahadır’ın dosyasını ister. Bahadır kimdir, necidir?.. Bilge, nasıl bulacağım bu
dosyayı derken, çünkü daha yenidir, olaylara daha adapte olamamıştır.. Kamil, ho ho
ha diye gülerek onu Bahadır’ın dosyasının bulunduğu dolaba götürür. Bilge,
Bahadır’ın meğer bir fil olduğunu o gün öğrenir. Bilge şappadak şaşırır, Kamil
gülerken o da başlar gülmeye.


Hürol Dağdelen anlatır: Arşivin hamisi Kamil idi. Nursen bile bazen ona sorardı.
Aradığımız dokümanı şıp diye elinle koymuş gibi bulurdu. Onun için imkansız yoktu.
Kamil’i yabana atmayın. Malın gözüydü.. Onunla epey yakınlaşmıştım. Bir gün arşivin
ilerisinde tuvalet yolunda yanıma yanaştı. El parmakları ile duvarı örümcek adam gibi
adımlamaya başladı. Ağzından da çok boğuk bir sesle börümcek gibi bir laf çıkıyordu.
Anlamadım. Sürekli aynı lafı söylüyordu. Ne diyon lan? dedim.
Kızdı bana gitti arşive bir dosya çekti burnuma uzattı. Öteki elinin tüm parmaklarını
birleştirip, MİS işareti yaptı. Dosyanın üzerinde SERPİL ÖRÜMCER yazılıydı. Hadi
buradan yakın bakem.. “


Kaan İlhami Polat anlatır: “.. Almanca çevirmen Sevilay, neler çekti ondan.. Ne
günlerdi, bir merdiven inişi vardı usta itfaiyeci öyle inemezdi. Kamil akşam evlere
dağıtım yapan servisi yandan kesip kendine özgü bakışını attıktan sonra
merdivenlerden freni patlamış kamyon gibi inerdi, o gazla kapı merdivenlerini son
sürat çıkar ve servise kendini atardı..”


NOT: Kamil sağ, evde yaşıyor.. Artık ne gazetemiz kaldı, ne arşivimiz.. Ali Aras
İsveç’ten arar, içim hop eder hep. Öptüm seni Doğu’nun babayiğit evladı Ali’m..
Arşiv müdürümüz Orhan Albay da sağ, salim.. Herkese selamı var.
Nursen’e ulaşamıyorum. Dilerim iyidir..

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
GÜNCEL TÜRKİYE POLİTİKA EKONOMİ YEREL YÖNETİMLER DÜNYA YAZARLAR FOTO GALERİ VİDEO GALERİ ASAYİŞ SAĞLIK KÜLTÜR SANAT MAGAZİN SPOR RÖPORTAJLAR GENEL
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Hakkımızda
Copyright © 2025 İzmir'de Son Dakika