Aşağıdaki isimler, çeşitli zamanlarda (daha çok 2015 yılına kadar) Yeni Asır Spor
Servisi’nde, müdür, editör, muhabir, foto muhabiri olarak çalışmış usta spor
gazetecilerini belgeler, ki bu isimlerin toplamı bir ekoldür, bir gazeteci kuşağıdır.

KİMLER GEÇTİ BU SAHALARDAN?..
Kimler geldi, kimler geçti?..
Spor Servisi’nde çeşitli zamanlarda Şevket Özçelik’in ezeli ve ebedi komutası
altında şu gazeteciler vardı: Gürkan Ertaç, Ceyhan Gür, Nejat Kabay, Kenan
Sönmez, Selamettin Bayındır, Ümit Aktan, Öztürk Pekin, İbrahim Akbulut, Osman
Gencer, Abdi Karagözoğlu..
Faruk Durusel, Mustafa Abadan, Erhan Hartaç, Taner Baturlar, Nuri İmre,
Muhittin Akbel (Apranti), Adil Özsüer, Sinan Genç (Bombacı), Haluk Güney, Avni
Erboy, Nuri İmre..
Çağlayan Sueli, Sedat Yılmaz, Süavi Yardımoğlu, Sadık Uçar, Murat Attila, Malik
Okçu, Sinan Genç, Adil Özsüer, Çağatay Çağlar, Kazım Erkmen, okul spor yurtları
uzmanı Selahattin Nizam, amatör spora bakanlar Metin Ok, Hikmet Kızak
(unuttuklarım olabilir, affola).
At yarışı tahmincisi Coşkun Güzey( Coş) ile her yıl şampiyon olan Tahmin
Kraliçesi Demet Özbilgin de tanınmış spor servisi gazetecileriydi. Unutmadan bir de
Selda Akhan isimli çok sevimli ve kibar, üstelik çalışkan bir kız spor muhabirimiz
vardı, daha sonra onu yerel televizyonların spor ekranlarında izledik, saygın bir imajı
vardı ve herkese karşı çok saygılıydı.
Bu kadro stadyumların, kapalı spor sahalarının, okul spor yurtlarının, hem şehir
içinde hem de taşrada tozunu attırmış, çok renkli ve capcanlı sayfalarla Ege’nin spor
okuyucusunu gazeteye sımsıkı bağlamıştır.
UZAKTAN İZLEDİM..
Ben spor servisimizi hep uzaktan izledim. İşlerine hiç karışmadım, maçlarda
basın tribününde hiç oturmadığım için ve daima halk tribünlerinden maç izlediğim için
spor servisimiz ile hiç dirsek temasım olmadı.
Bunun belki bir gizli sebebi de vardı. Çünkü Karşıyaka Spor Kulübü’nün (KSK)
tarihini ilk olarak kitap olarak yayınlamış ve ana gazetede KSK dizileri yapmış
biriydim. Spor Servisimizde, bir iki KSK taraftarı hariç (mesela Nuri İmre kardeşim) ,
ağırlık Göztepe taraftarlığı idi.
Bu Göztepe taraftarı kardeşlerimin bana gıcık olabilecekleri ihtimalini hiç
aklımdan çıkarmadım, bu yüzden uygar ilişkilerin dışında işlerine burnumu sokmak
aklımın ucundan bile geçmedi. Çünkü bu Karşıyaka – Göztepe düşmanlığı bela bir
şeydir. Birbirlerini “Türk – Gavur” gibi görürler nedense.
Ana gazetede de hırçın Göztepe taraftarları vardı ve üst kademelerdeydiler. Bir
örnek vereyim; uzun sürmekte olan ama Karşıyakalıların ağızlarından şerbet akıtan,
yayınlamakta olduğum bir KSK yazı dizisinin tam ortasında, Yazı İşleri Müdürü
Göztepeli sevgili Hamdi Türkmen (Daha sonra Göztepe Kulübü Başkanı bile oldu),
odasına beni çağırmış ve avaz avaz bağırarak, “Bıktık bu yahu bu Karşıyaka
yazılarından. Keseceksin artık bu diziyi..” diye beni fırçalamıştı. Ancak Genel
Yönetmenlerden Güngör Mengi ve Saruhan Ayber de sonuna kadar yayınlamasını
istiyordu.
Arada sıkışıp kalmıştık. Böyle olaylar da yaşanıyordu yani. Vefatından iki hafta
önce Hamdi kardeşim, benimle olan geçmiş sorunlarından dolayı benden helallik
istedi. Sarılıp kucaklaştık..
Bu konuyu ilerde daha geniş yazıp, Hamdi’nin bana son mesajlarını
yayınlayacağım. Ardından Hamdi’nin vefat ettiği gün, daha toprağa verilmeden
Kelebek Nedim’in (Atilla), Hamdi’ye hakaretlerini gündeme getirip, kelebeğin
kanatlarını kırıp, ipliğini pazara çıkaracağım..

ALTAY MAÇINI YAZIYORUM
Yirmi yılda (1983 – 2002) iki kez burnumu Spor Servisine soktum.
Birincisini anlatayım. Nedense bir gün bana Alsancak Stadı’ndaki bir Altay maçını
izleyip bir yazı yazmamı istediler. Dümdüz maç yazısı yazar mıyım?. Ben kaçın
kurasıyım?. Üstelik Altay maçı kazandı. Yazıyı tam bir İslam Çupi ustalığında, edebi
üslupla ve ürpertici bir güzellikte yazdım. Sanki spor yazısı değil, sanat yazısı
olmuştu.
Yazı yayınlandı. Keyfime diyecek yoktu. Ama, bir daha beni maçlara
göndermediler. Çünkü tepedeki listenin en başında ismini verdiğim ve spor servisinin
her daim komutanı olan rahmetli kişi, beni hiç sevmezdi ve hemen spor servisine
emir verdi “Bu entel danteli bir daha maça göndermeyin!”.. He he he… Ben kendi
kendime, kendimi ispat etmiştim ya, bana yeterdi.

KAİZER’İN KAFASINA KANYAK ŞİŞESİ ATTIM
İkinci olay da şudur. 1987 yılındaki bu olayda, yazımı spor servisi yetkilisine
götürdüm ve hayatımda yapmadığım bir şey yaparak “Bu yazım mutlaka sayfaya
girecek” dedim. Yazdığım yazının 20 yıl öncesine dayanan bir geçmişi vardı. Yıl
1966…
Önce iki beyefendiyi tanıyalım.
Yusuf Tunaoğlu: Beşiktaş’ın efsanevi forvet oyuncusu. 1 Ocak 1946, İstanbul -
22 Temmuz 2000 Kuşadası tarihleri arasında yaşadı. Kariyerinin büyük bir
bölümünde Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nde (BJK) oynadı. Güzel bir delikanlı idi.
Pieter Kaizer: Petrus (“Piet”) Johannes Keizer (14 Haziran 1943, Amsterdam –
10 Şubat 2017). Keizer 1961-1967 yılları arasında Hollanda’nın ünlü AFC Ajax
takımında toplamda 364 maça çıkmıştı.
Olayı anlatayım..
5 Ekim 1966 günü Ali Sami Yen Stadında, Beşiktaş tribününde sahaya çok yakın
önden ikinci sıradayım. O gün iki yıldır okumakta olduğum ve pek sevemediğim İTÜ
Maden Fakültesi’nden İTÜ Kimya Fakültesi’ne bir yıl kaybederek geçmek için yeniden
giriş imtihana girmiş ve sınavım başarılı geçmişti. Sevincim çoktu, ceketimin iç
ceplerimde de iki tane Tekel Cep Kanyağı bulunuyordu. Şampiyonlar Ligi için
Beşiktaş- Ajax maçı için bilenmiştik. Kazanan tur atlayacaktı. Hollanda’nın bu ünlü
takımına karşı sahaya şu kadro ile çıktık.
BEŞİKTAŞ: Necmi Mutlu, Fehmi, Yavuz, Süreyya, Suat, Fethi, Faruk, Yusuf,
Sanlı, Güven, Fethi, K.Ahmet.
53. dakikada Faruk golümüzü attı. İyi de oynuyorduk. 60. dakikada Sjaak Swart
beraberliği sağladı. 89’da Ajax’ın sol açığı “İmparator” ünvanlı Pieter Keizer, ikinci
gollerini attı. Maç bitti. Ve elendik. Üzüntümüz çoktu.
Kaizer, Beşiktaş tribünü önüne geldi ve göğsünden bir Türk bayrağı çıkardı,
sallamaya başladı. Tribün onu hemen alkışladı. Aniden arkasını döndü. Bayrağı
poposuna sürtmeye başladı. Artık herkes eline geçirirse, ayakkabısı, çakmak, madeni
para, ne varsa adamın üstüne atmaya başladı.
İki cep kanyağımdan birisini içmiştim. Boş şişe cebimdeydi, öteki dolu olan
duruyordu. Boş şişeyi fırlattım. Tünele doğru yönelen Kaizer’in başının hizasından
sıyırdı geçti. O an tribünün dibinde olan büyük futbolcumuz Yusuf’la göz göze geldik.
Bana, “Zarar yok, ama aferin” der gibi baktı, gülümsedi. Bu kez dolu şişeyi çıkarıp
“Ya Allah…” deyip savurdum. Şişe, Kaizer’in arka kafa lopunda patladı, adam
devrildi. Sonra Fruko’lar (Toplum Polisi’ne öyle derdik) bizim tribüne saldırdılar.
Kaçtım gittim.
Aradan 20 yıl geçti… Yeni Asır’da gazeteciyim. Beşiktaş, Feyyaz’lı, Metin’li, Ali’li
kadrosu ile şampiyon oldu. Ben de spor sayfamızda “Kaizer’in kafasına şişeyi atan
bendim!” başlıklı bir yazı yazdım.
Ertesi günü yazı yayınlandı. Off ulen off. Sokaklarda bir omuza almadıkları kaldı.
Her gittiğim meyhanede masamın önü hediye bira ve rakı şişeleriyle doldu taştı. Yaşa
helal olsun sana, dedi her türden taraftar. Aman Allah’ım binlerce yazı yazdım, bir-iki
kişi dışında beni kutlayan olmamıştır. Ama bu kez… Karşıyaka’da, Basmane’de,
Alsancak’ta bir birahaneye, meyhaneye mi gittim. Masamın önü bira şişeleriyle
doluyordu. Her masa bize içki gönderiyordu. Sonra onları poşetler içinde eve
taşıyordum. Meşhur olmuştum. Yoldan geçen biri beni görünce, “Abi, hala kanyak,
cebinde mi?” diye sormuştu bile.
Ama 20 gün sonra gazete adresime BJK antetli bir mektup geldi. Açtım, aynen
okuyorum:
“- Değerli Yaşar Aksoy kardeşimiz. Filan tarihli, “Kaizer’in kafasına o şişeyi ben
attım” başlıklı yazınızı zevkle okuduk. O maçı ve o olayı bizler de çok iyi hatırlıyoruz.
Sizin bu vatanperverane davranışınızı 20 yıl sonra kutlar, yönetim kurulu kararımızla
sizi Beşiktaş kongreleri daima üyesi intihap ettiğimizi bildiririz. Lütfen kabul buyrunuz.
Saygılarımızla. Ayrıca gözlerinden öperim evladım. Beşiktaş Jimnastik Kulübü
Başkanı (BJK) Başkanı SÜLEYMAN SEBA...”
Evet dostlarım, Yusuf, Kaizer ve benim aramda böyle bir ilişki oldu, gelip geçti.
Bana da yıllar sonra azıcık övünmek kaldı.
Yani ikinci kez Spor Servisi’ne böylece dahil olduk.
Bu mektup benim için gurur vericidir, hala arşivimde saklarım. İşte Beşiktaşlılık
buydu.
Spor servisimizdeki tüm kardeşlerimi çok sevdiğimi hep belli ettim. Onlar da beni
sevdiler.. Hala çoğu ile sıcak ilişkilerimiz devam eder. Ama Gürkan Ertaç ve merhum
Selamettin Bayındır’ı çok severdim.

GÜRKAN BABA, SPOR SERVİSİ’NİN AKSAKALLISIDIR
Gürkan Ertaç, İzmir Spor Basını’nın duayen gazetecilerindendir.
1940 doğumlu hakiki İzmirli bir büyüğümüzdür. Namık Kemal Lisesi
fanatiklerinden olan Gürkan Ertaç, gençliğinde voleybol, basketbol, atletizm
sporlarında başa güreşen atletik yapılı bir yakışıklı gençti.
Gazetecilik mesleğine 1957 yılında Sabah Postası’nda spor muhabiri olarak
başladı. Ege Telgraf, Ege Ekspres, Yeni Asır, Hürriyet, Demokrat Ege, Günaydın
gazeteleri onun uzun yıllar boyunca muhabir ve spor müdürü olarak emek verdiği
kurumlardır.
Basketbol Federasyonu Merkez Hakem Komitesi üyeliği ile Türkiye Spor
Yazarları Derneği İzmir Şubesi başkanlıklarında bulundu. Ege televizyonunda çalıştı.
Yeni Asır’a spor servisi koordinatörü olarak devamlı çalıştı.
“Basında Hoş Seda” isimli kitabında basın camiasının en ilginç ve mizahi
anılarını yazarak tarihe tevdi etmiştir. Kitaptan bir gerçek anıyı okuyalım:
“İngiltere Prensi Cherles, Ege gezisinde uçakla Dalaman havalanına inmişti.
Etrafında refakat eden pek çok İngiliz vardı. Bizimkiler de orijinallik olsun diye
yeni kurulan turizm jandarmalarını güvenlik için görevlendirmişlerdi. Foto
muhabiri arkadaşımız Sökmen Talay yanındaki arkadaşlarına dönerek fısıldadı:
“Enteresan adam şu Charles, jandarmalarını bile İngiltere’den getirmiş.”
Evli ve iki çocuk babası Gürkan abimiz, aynı zamanda ailesinin bir yadigarı olarak
Başdurak Camii altındaki bir dükkanın eskiden işletmecileri olduğundan derin bir
Kemeraltı kültürüne vakıftır.
Birkaç yıl önce Çeşme Güneşi gazetesinin kuruluş yıldönümü yemeğinde Gürkan
Ertaç abimiz ile yan yana oturup dertleşmiştik. Yemek boyunca onun derin
kültüründen, aynı zamanda çok ince mizahi espri anlayışından ve doğrucu davut
tutumundan çok faydalandık, nice nice dersler çıkardık. Çeşme Güneşi gazetesinin
Ekrem Oran sayesinde gerçekleştirdiği yemekli toplantısında levrek buğulamayı
midemize indirdik, amma Gürkan Ertaç abimizin sohbet şerbetini de mis gibi aklımıza
kazıdık.
Kendisini Şantiye’de evine bırakıp Ilıca’ya geri dönerken, Cumhuriyet ve
Atatürk sevdalısı, koyu Altınordu taraftarı bu gazeteci büyüğümüze uzun ömürler ve
bitmeyen sağlıklar diledim. İyi ki varsın Gürkan abi!.
Gürkan baba, koyu İzmirliydi. Kemeraltı esnafı bir babanın evladıydı. Daha sonra
yazdığı Kemeraltı üzerine kitap gerçekten tarihe not düşürmüştür. Ağır başlı ama her
an bir gırgır olacak mı diye pusuda bekleyen ve oluşan matrak olayı bire bin katarak
yayan bir sevimli mizaca sahipti.
Özellikle bomba ustası Sinan Genç’in gaf ve matrak olaylarını hafiye gibi takip
ederdi. Sonra bunları sağır sultan bile duyardı. Saygı duyulan, sevilen, hoşsohbet bir
spor yazarı idi. Heykeli dikildi, ismi sokağa verildi. Hepsini hak etmiştir. Benim de
sevgili bir dostumdur.
Bir de Bombacılar Kralı Sinan Genç’ten bir olay anlatayım. Göztepe şampiyon
olmuştu. Gazete kapısında karşılaştığımız Sinan boynuma atıldı ve “Yaşar babam
hep birlikte şampiyon olduk!” diyerek salya sümük beni öpmeye başladı. Sonra
durdu şaşkın biçimde bana baktı, şöyle dedi:
“Yav babam sen Karşıyakalıydın yahu, yanlış yere tosladık, di mi?..”
Can çocuktur Sinan… Spor servisindeki tüm kardeşlerimiz gibi. Hepsini
kucaklıyorum.

HALUK GÜNEY’DEN “BANA MÜSAADE” YAZISI
Yeni Asır’da uzun yıllar Spor Servisi müdürlüğü yapmış olan Haluk Güney
arkadaşımız 31 Mayıs 2017 tarihli Yeni Asır’da bir yazı yazarak “Bana Müsaade”
dedi. Bu yazı, tüm yaşamı spor gazeteciliğinde geçmiş olan başarılı bir basın
mensubunun hem içten duygularını, hem de spor gazeteciliğinin püf noktalarını ibret
için yansıttığı için önemlidir. Aynen aşağıda sunarak, kendisine bundan sonraki
yaşamı için başarılar ve mutluluklar dilerim.
BANA MÜSAADE
“.. Çünkü zordur profesyonel gazetecilik. Sevmeyen yürütemez. Sevgin,
heyecanın varsa katlanırsın. Sadece para için asla.
1983 yılının Ekim ayıydı. Güneş Gazetesi’nin İzmir Bürosu’ndan içeri girdiğimde,
henüz 17 yaşında gepegenç bir üniversite öğrencisiydim. Batar kattaki spor
servisinin, daracık demir merdiveninden çıkarken yukarıya doğru, buram buram
terliyordum. Benden yaklaşık 10 yaş büyük, sarışın bir adam oturuyordu, odadaki en
büyük masada.
Yeşil gözlerini üzerime dikmiş, sert bakışlarıyla beni süzüyordu. “Ege Üniversitesi
Basın Yayın Yüksek Okulu 2. Sınıf öğrencisiyim. Stajyer muhabir aradığınızı
öğrendim, onun için geldim.” dedim.
Bir süre daha gözlerimin içine baktıktan sonra, “Genç adamsın ne işin var
gazetecilikte, başını derde sokma” dedi. Ben ne diyeceğimi bilemezken, “Oğlum çek
git başını derde sokma. Sosyal hayatın sıfıra iner, 24 saat çalışırsın” dedi bu kez.
Cevap veremiyordum, çünkü ne diyeceğimi bilemiyordum. Karşısında kıvrandığımı
görünce; devam etti: “Çok mu istiyorsun gazeteci olmak.” “Evet, zaten o yüzden o
okulu seçtim” dedim.
Gülümsedi; “Geç otur bakalım, benden günah gitti, kendin kaşındın” dedi. O
adam, meslek yaşamımın ilk yıllarında beni “ağabey” şevkatiyle kucaklayıp,
gazeteciliği, iş disiplinini, iş namusunu bana öğreten kişiydi. Sedat Kaya’ydı ismi.
Necmi Tanyolaç’ın yönettiği, Şansal Büyüka’nın yardımcısı olduğu güçlü bir spor
ekibi vardı Güneş’in. İzmir’de de Sedat Kaya başta olmak üzere Sadık Narin, İsmail
Özelçinler, Hakan Güray, Mustafa Yurt, M.Ali Varış, Çağlayan Sueli ve benimle
birlikte işe başlayan stajyer Necmi Güler. Gazetecilik yapmak, herkese haber
atlatmak için ter döken, iş dışında aile ortamında bir ekip.
Yorucu ama çok güzeldi ilk yıllar. 14 yıl önce Yeni Asır Gazetesi’nin müdürlük
koltuğunu devraldığım Abdi Karagözoğlu’nu da orada tanıdım ve onun
arkadaşlığından hep keyif aldım. Neyse duygusala da bağlamayalım.
Sedat Kaya’nın dediği de doğru çıktı ha. O günden bu güne geçen 34 yıl, gecesi
gündüzü, bayramı seyranı olmayan bir koşuşturma ile geçti. Futbolcusu, siyasetçisi,
magazin dünyasının ünlüleri, bir yerlerden eline kalemi geçirir veya kendini ekrana
atarsa gazetecilik yaptığını sanır ama, onun adı gazetecilik değildir.
Çünkü zordur profesyonel gazetecilik.
Sevmeyen yürütemez, heyecanı olmayan yapamaz.
Yorucudur, streslidir, gerilimlidir.“Önce insan mıyım, yoksa gazeteci mi?”
sorusuna yanıt veremezsin örneğin. Gün gelir işini ailenin önüne koymak zorunda
kalırsın. Çocuğun hastalanır, sayfayı matbaaya göndermeden gidemezsin yanına.
Çelik gibi sinir, dağ gibi sevgi ister bu iş. Hele hele yöneticilik pozisyonunda.
Akşam gelen bir haber, evine gelen misafirin yanından kaldırır, gece yarısı çalan
bir telefon sıcak yatağından.
Sevgin, heyecanın varsa katlanırsın.
Sadece para için asla.
Örnek vereyim, ilk 4 yıl amatör kümenin tozunu yuttum. Spor muhabirliği de
yaptım, polis muhabirliği de bu meslekte. Haber müdürlüğü koltuğuna oturduğum da
oldu, sırtımda kamera haber kovaladığım da. Spor programı da sundum, spor servisi
editörlüğü de, spor müdürlüğü de. Kimi zaman bir maçta kavganın, kimi zaman
orman yangınının ortasında buldum kendimi. Yeşil sahalarda, parke salonlarda
şampiyonluk coşkusu fotoğraflamaya çalıştığım da oldu, bir trafik kazasında yaşanan
can pazarını da, bir cinayet mahallindeki dehşet verici görüntülerini de. Gece yarısı
karanlık odada film yıkarken haber yazdığım da oldu, Avrupa Futbol Şampiyonası’nı
izlediğim de. Yani gazeteciliğin güzelliklerini de yaşadım, çilesini de.
Neden bunları yazdım şimdi. Veda vakti geldi de ondan. Öyle kuru kuru
“eyvallah” demek olmaz, 34 yılın ardından.
Biraz nostalji katmak, biraz da aşık olduğum mesleğimi anlatayım istedim.
Eğilmeden, bükülmeden, kalemin değerini bilerek, ona saygı göstererek yaptığım
mesleğimde, aktif yıllar, yarın sona eriyor.
Artık koşuşturmayı gençlere devredip, dinlenme vakti. Tıpkı, şimdi bir tatil
kasabasında emekliliğini yaşayan, ama kalemi hala elinde olan ustamım yaptığı gibi.
Ustam deyince aklıma geldi. Bu meslekte çok kader arkadaşım, birlikte
çalıştığım, omuz omuza verdiğim arkadaşım oldu. İlk çalıştığım servisi yazdım
yazmasına da, ilkler hep farklıdır, nostaljiktir de ondan. Ama hepsinin adını yazsam,
sayfalar yetmez. Sayfalar yetse de birinin adını atlarsam, bu veda yazısı içime
sinmez. O nedenle meslek hayatım boyunca birlikte ter döktüğümüz tüm meslek
büyüklerimin, arkadaşlarımın, kardeşlerimi sevgiyle anıyor, gerek iş, gerek özel
yaşamda geçirdiğimiz güzel günler için hepsine teşekkür ediyorum.
Ebediyete uğurladığımız merhum iş arkadaşlarımı, ağabeylerime de Allah’tan
rahmet diliyorum. Ama 17 yıllık süreçte bana baba şefkatiyle yardımcı olan Gürkan
Ertaç’ı, “kader arkadaşım” dediğim Sinan Genç’i, Yeni Asır Spor Servisi’nde çalışan
tüm kardeşlerimi sevgiyle kucaklamadan gidemem. Hepsine bundan sonraki iş
yaşamlarında başarı, sağlık ve mutluluk diliyorum.
Ve siz değerli okuyucular. Sizlere en taze haberi, en güzel fotoğrafı, en çarpıcı
yorumu sunma adına geçen 34 yılın ardından, acısıyla, tatlısıyla, anılar bana;
haberlerle, yorumlarla hayatınıza bir şeyler katabildiysek, onlar size kalıyor. Belki bir
gün; bir maç yorumunda, bir televizyon programında, belki gündemi
değerlendirdiğimiz bir köşe yazısında buluşuruz. Ama mutfaktaki işimi biraz
dinlenmek adına, devretmek zorundayım. Bana müsaade. Hoşça kalın, sağlıkla
kalın.”
YAŞAR AKSOY’UN NOTU:
1-Güle gül Haluk Güney kardeşim. Sevgilerimle..
2- Ne güzel, ne yakışıklı delikanlılar idiniz Yeni Asır spor servisi.. Ailelerinizle
birlikte hepinize mutluluklar diliyorum..