1980’lerden sonra, Yeni Asır basında devrim yapmıştı, bilgisayarla gazete
üretiminde başı ilk olarak o çekiyordu. Bu yüzden bilgisayarcılar, Patron Dinç Bilgin’in
gözdeleriydi. Üst yönetimde bulunurlar, müreffeh bir yaşam sürerlerdi.
Cafer Yarkent bu devrimde önde gidiyor ve bilgisayar teknolojisini sayfa
yapımına ve gazete üretimine entegre ediyordu. Ama bu kadro içinde gerçekten
bilgisayar eğitimi almış üstün zekâlı, ama gazeteci olmayan çalışanlar da vardı.
Ercüment Gündem, rahmetli Yalçın Balcı böyle parladılar. Önce Cafer Yarkent,
daha sonra Yalçın Balcı Hürriyet’te zirvelere yerleşti..
İzmirli İtalyan bir Levanten olan Norma Corsini, patron Dinç Bilgin’in baş
sekreteri olarak taa en tepede idari işleri omuzlardı.
Eski kuşak gazetecilerden İlhan Esen ve yeğeni Mithat Topaç gazetenin yine
üst idari işlerini ustalıkla yönetirlerdi. Büyük koltukları vardı. Patron daha sonra onları
İstanbul’da yeni kurduğu SABAH gazetesine götürdü. İlhan Esen, İzmir Basını’nın
kahrını çekmiş usta bir duayen gazeteciydi, şimdi adına yarışma düzenleniyor. Mithat
Topaç ise, ismi gibi topaç, kalender, masada iyi sohbet adamı ve Karşıyakalı bir
gazeteciydi.
Yine dağıtım şirketimizin müdürü Salim Varlı da patronun gözdesiydi. Hiç
gülümsediğini görmedim ama işini bilen bir insandı.
Bu kadroyu en çok eleştirdiğim konu; gazete içinde sürekli yapılan mimari
değişiklilerde biz çalışanlara hiç haber vermemeleriydi. Çünkü bunlar patronun en
yakın danışmanlarıydı, aynı masada yemek yiyen, içen insanlardı. Emekçi
gazetecilerin çektiği eziyeti neden görmezlerdi?
PEARL HARBOUR BASKINI GİBİ..
Bir gün işe gelirdik, aylardır çalıştığımız oda yerinde yok, masamız kayıp.
Geceden itibaren işgal ordusu gibi bir ekip gelmiş tavanları, tabanları sökmüş, yeni
kablolar döşenmiş, odaları yıkmış, yeni odalar yapmış, koridorlar değişmiş, masamız,
sandalyemiz, masamızın üstündeki evladımızın fotoğrafı kaybolmuş.
Her altı ayda bir gazetemiz bu gerçek depremlerle yıkılır ve bunlar muazzam bir
karmaşa içinde olurdu.
Yahu, bilgisayarcısı, idarecisi, üst yöneticisi, mimarı, danışmanı, bir gün önceden
anons edip, “Böyle-böyle yeni bir gelişme var, çalışma ortamınız değişiyor, servisiniz
dağıtılacak, tedbirinizi alın, masanızı işaretleyin, yeni odalarda şununla, bununla
bundan böyle yan yana çalışacaksınız” diye haber verseniz olmaz mı?
Asla yapmazlardı.
Biz böcek miyiz lan, insanoğlu insan gazeteciyiz!..
Pearl Harbour baskını gibi, basarlardı bizi.
Hem de kaç kez!.
Biz de içimizden, bol bol küfrederdik..
CAN SUYUMUZ: REKLAM SERVİSİ
Reklam gelmez ise gazete çıkmaz idi. Sadece bayi satışı ile koca gazeteleri
yayınlamak, çalışanlarını beslemek, 1980’lerde artık imkânsızlaşmıştı. O yüzden her
gazete, reklam pastasından büyük pay kapmak için didiniyordu. Bunun için güçlü bir
reklam servisi ve uyanık, albenili elemanlar gerekliydi.
Çok zeki biri olan Dinç Bilgin, reklam servisini tamamen bayanlardan kurdu. İyi de
etti. Doğru teşhisti. Bizim birbirinden saygın ve seçkin bayan elemanlarımız böylece
gazeteyi Ege’nin en çok reklam çeken kurumu haline getirdiler.
1980’lerin ilk yarısında Yeni Asır Reklam Servisi hem büyük reklamları hem de
küçük ilanları kapsardı. Yılmaz Salım isimli dünya tatlısı bir kibar beyefendi
tarafından yöneltilirdi. Sonra Tülay Arıcan müdür oldu, yardımcısı da Nilgün
Çınar’dı. İnkilap Öztürk bu serviste çalışan erkek görevli olarak kibarlığı ve efendiliği
ile bende çok iyi bir portre bıraktı, sevimli ve saygın bir reklamcıydı.
Zaman zaman benim yönetimimde kültür ilaveleri çıkacağı zaman bu servisle
özellikle Tülay Arıcan Hanımefendi ile dirsek teması içinde çalışırdık. 2000 yılına
gelirken aniden kafamda şimşek çaktı. M.Ö.3000 yılında kurulduğu takriben kabul
edilen İzmir (Smyrna) kentinin 5000. Yıldönümü yaklaşıyordu. Hemen Tülay’a fikrimi
açıkladım. Tülay müthiş becerisi ile birçok ilan topladı. Ben de işin yazı ve araştırma
işini kotardım, sayfaları bilgi ile doldurdum. Kitap gibi “İzmir’in 5000. Yılı Kültür
İlavesi”ni gazetenin eki olarak okuyucuya verdik, çok iyi bir işti. Tülay o çalışmamızı
hala hatırlar.
Serviste çalışan ilk aklımıza gelen isimler: Ersel Solkun, Lale Büyüksavaş, Nergis
Turhan, Nurcan Abdurrahman Yalçınkaya, Resmiye Bekmen, Canan Sen, Neşe Süs,
Lale Baturlar, Aysun Erbay, Dilek Yıldırım Çırakoğlu, Fatma Kemaloğlu, Nesrin
Dolma ve Mehtap Umut. Servise çalışmak için girip çıkan daha birçok isim vardı.
Ama sivrilenler bunlardı, bu hanımefendilerdi.
Gazeteye girince asansöre doğru ilerlerken hemen sol taraftaki salon boydan
boya Reklam Servisi idi. Her bayanın bir masası vardı. Giyim kuşamları pırıl pırıldı.
Kibar ve iyi ruhlu kızlardı. Bu muazzam basın kurumunu, bu zarif bayanlar sırtladılar
ve yükselttiler. Böylece ilerde SABAH gazetesi ve ATV televizyonuna sahip
olabilecek bir patron yarattılar, Dinç Bilgin onlara çok şey borçludur.
IRMAK TÜLBENTÇİ SAHNEDE
1980’lerde bir de İstanbul’dan özellikle gönderilen Irmak Tülbentçi diye
Amerikan kafalı ve modern fikirli üst yönetici vardı. Reklam, promosyon, yayıncılık,
artistlik, vizyon ve misyon konularında uzman olduğu söylenirdi, patron Dinç Bilgin’in
yakın adamı olduğuna göre herhalde bulunmaz bir nadide Hint kumaşıydı. Hep
patron katlarında dolanır, sonra sahra müfettişi gibi yazı işlerine iner, aramıza
katılırdı. Gerçekten ileri fikirli bir danışmandı. Güleçti, espriliydi. Ama esprileri
Amerikan esprisiydi. Yavaş yavaş her servise el atarak asırlık bünyeyi revize etmeye
çalıştı.
Ayakkabıları daima kalın tabanlıydı, ABD Florida Golf Takımı antrenörü gibi
giyinirdi. Saçlar alabros kesimli, kafası dört köşe küp şeklindeydi. Her türlü çenebaz
bilgiçliğine karşın aslında hoşsohbet ve tatlı adamdı.
Ünlü tarihçimiz Feridun Fazıl Tülbentçi’nin oğlu olduğunu öğrenince evimden bir
çanta dolusu babasının 1950’lerden ilk baskı kitaplarını getirip onu şaşırtmıştım.
Çaktırmadan her servisten bir veya birkaç kişiyi akşamları yemeğe götürür, gazetenin
içi hakkında bilgi alırdı.
Beni ve grafik servisinden rahmetli Bahattin Ertük’ü de bir gece yemeğe götürdü
ve bizi içirdi. Grafik servisi ve benim araştırmalarım hakkında bilgi aldı. Ne diyeyim?
Ona ne anlatırsak patrona gidiyordu. Tuzağa düşmeden kibarca bir şeyler anlattık.
Bir ara kafayı çabuk bulan rahmetli Bahattin zevahire dokunan şeyler anlatmaya
niyetlenince, masa altında kaval kemiğine tekmeyi yapıştırdım. Kendini toparladı
hemen. Irmak abiye rahmet dilerim.
FİGEN BENİ EVLENDİRİYOR
Bu arada Figen isminde çok heyecanlı ve yiğit kişiliği olan bir Yeni Asır
görevlimiz vardı, kah patron katında, kah magazinde, kah reklam servisinde boy
gösterirdi. Bir ara imzası ile haberleri de çıkmaya başlamıştı. Bana saygı gösterir
ama müdürleri filan takmazdı. Herkes de ondan çekinirdi. Eli maşalı derler ya, onun
gibi bir şeydi, ama ruhuna uygun davrandın mı pamuk gibi bir iç dünyası vardı.
Figen bir dönem benim peşimde dolanıp “Abi seni evlendirelim!..” diye tutturdu.
Önerdiği bayan, Reklam Servisi’mizin en alımlı, en saygın, en güzel hanımefendi bir
kızıydı. Benden bir kaç gömlek üstün kişilere layıktı. Önce “olmaz, ben dulum, o kız
hiç evlenmemiş..” diye direttim. Ama Figen’e laf anlatmak ne mümkün. Sonunda
ilişkiyi ayarladı ve bizi birlikte bir gece Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosu’ndaki
bir oyuna gitmeye razı etti. Buluştuk ve gittik. Kızcağız pek sakin ve terbiyeli. Hiçbir
sululuk yapamazsın yanında.
Tam oyun başlayacak bizim Karşıyaka muhabirimiz Fatih Çekirge bizi görmez
mi?. Geldi dibimize iki kare fotoğrafımızı çektik. Kız buz gibi ürktü, ben “Allah
yandık..” diye ateşler içinde kaldım. Neyse. Kızcağızı aynı semtteki evine kadar
yayan götürüp bıraktık. Yolda hiç konuşmadık..İkimiz de korkmuştuk..
Birkaç gün Figen’in gözüne gözükmedim. Üç gün sonra Figen damladı. “Abi bu iş
nolcak?”, diye. Ne diyeyim?. “Ben gariban bir gazeteciyim, üstelik dulum. Kızcağız
prensesler gibi. Ne ederim, ne yaparım?. Figen ben bu işi beceremem”, dedim.
Figen gitti. O kızla arada sırada gazete merdivenlerinde karşılaştık, selamlaştık,
başka ne yapalım? Sonra evlendi. Ne diyeyim?. O yıllar sadece çalışmaktan başka
yapacak hiçbir emelim yoktu. Sadece çalışmak. Ama içimde ukde kaldı, o
hanımefendi ile gözümü karartıp evlenseydim, çok mutlu olurdum, çünkü bir melekti,
ona eşiyle birlikte uzun ömürler ve sağlıklar dilerim. Daha sonra büyük market zinciri
sahibi bir beyefendiyle evlenen bizim Figen kızımıza da, şimdi nerelerde ise sevgiler
gönderiyorum.
BİR MELEK: HALUK DÜNDAR
Her gazetede mutlaka bir melek vardır. Demokrat İzmir’deki melek, İskender
Dinsel idi. Yeni Asır’daki ise Haluk Dündar’dı. Grafik Servisi’nin yöneticisi olan
Haluk, gazetenin tüm dertlerin omuzlamıştı, her sayfadaki, grafikler, reklamlar,
anonslar ondan sorulurdu. Uzun yıllar görevinin başında cefakar biçimde çalıştı.
Uzun boylu, temiz ruhlu, arkadaş canlısı bir halk çocuğu idi. Gazetedeki kankaları
rahmetli Orhan Aksoy ile reklamcı Bulgar Halim idi. Üçü birbirlerinde ayrılmazlardı.
Hele bir çilingir sofrasında buluşmuş iseler, Orhan Aksoy artık sabaha karşı evine
gidemez, doğru gazeteye masasının başına gelirdi.
Haluk, cıva gibi hareketli, her dostunun işini yapmakla kendini paralayan,
yüzlerce şirketin çerçeveli ilanlarını hazırlamak için arı gibi çalışan tam Yeni Asır
silahşörü idi. Ailesine bağlı ve tertemiz bir insandı.
Akrabası Bestekâr Reşat Aysu ile babamın meslektaş ve yakın dost olduğu
ortaya çıkınca daha bir yakınlaştık. Reşat Aysu’nun ardından hazırlanan ölüm
ilanında ve benim kaleme aldığım hayat hikâyesinde beraber, omuz omuza idik.
Onun arkadaşı olduğum için onur duyuyorum. Yeni Asır bu işte görünmez
kahramanlar sayesinde 1 numara olmuştur.
PASTAYI PAYLAŞAN REKLAM ŞİRKETLERİ
Gazeteye piyasadan, eğlence dünyasından, binbir çeşit ilişkilerden alıp
getirdikleri milyarlık reklam akışı ile, hem patronun hem gazete idaresinin gözdesi
olan kişiler vardı. Bunlar pastada daha çok pay sahibi olmak isterlerdi.
Önder Reklam: Hala Çeşme’de birbirimizi aradığımız Önder İridere’nin sahibi
olduğu bu reklam şirketi gazeteye eğlence dünyasından devamlı reklamlar getirdiği
için patron onları çok severdi.
Murat Reklam: Erol Çehreli’nin sahipliğini yaptığı bu reklam ajansı da yine
eğlence dünyasının içinde cirit atardı. Rahmetli Halim Işık, bu ajans ile gazetenin
ilişkisinı sağlardı. Reklamları koparan Halim bir fırtına gibi pikaj servisine girerek, en
fiyakalı sayfada en fiyakalı reklam dizaynını yaptırmaya çalışırdı.
EBA Reklam: Yeni Asır’ın eski ilan müdürü Ahmet Gül, emekli olunca bu reklam
ajansını kurmuştu. Ağırlığı olan ve sevilen bir reklamcıydı.
Ülker Reklam: Bülent Sezer’in yönettiği bir reklam ajansı idi. Eğlence dünyasına
çok emeği geçmiştir.
Hüsnü Mençe Reklam: Gazeteci Hüsnü Mençe de küçük çapta bir reklam ajansı
ile bu muazzam ve gayya kuyusu gibi “Eğlence Dünyası – Reklam Pastası –
Gazeteler” üçgeni içinde yıllarca mücadele etmiştir.

,


