1965’li yıllardan SABAH gazetesinin kurulduğu 1980’nin ilk yarısına kadar
Güngör Mengi, Yeni Asır’ın yayın bölümünün hem kaptanlığını yaptı, hem de tutarlı
bir “Başyazarlık” çizgisi izledi. Zaten her haliyle tutarlı, dikkatli, bilinç dolu güzel
ruhlu bir insandı. Üstelik Karşıyakalıydı.
1964-1971 yılları arasında Yeni Asır’da haber müdürlüğü, 1972-1987 yılları
arasında ise Başyazarlık ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevlerini üstlendi..
1940 doğumlu, şık giyinmesini, iyi konuşmasını, can alıcı ve bilgilendirici yazılar
yazmasını iyi bilen donanımlı bir gazeteciydi. O zamanlar her genç gazetecinin idolü
idi. Düşünce yapısı Cumhuriyetçi demokratik liberalizmdi. Demokrat Parti, Adalet
Partisi ve Anavatan Partisi’nin muhafazakar sağ politikalarını tartışmasız destekleyen
bir patronaj yönetimdeki gazetede, demokratik özellikleri baskın çıkan bir liberalizmi,
yani Cumhuriyetçi temele dayanan özgür piyasa ekonomisini desteklemek yine de
ileri bir tavırdı.
GAZETECİLER CEMİYETİ BAŞKANI
Bu bakımdan Güngör Mengi, İzmir’in “Osmanlı – Gavur” döneminden arta kalan
yarı Levanten, yarı milli burjuva işadamlarının oluşturduğu Ticaret Odası, Sanayi
Odası, Borsa, İhracatçı Birlikleri gibi işveren örgütleri tarafından benimsenen ve
desteklenen bir yazar portresi yarattı. İzmir Gazeteciler Cemiyeti başkanlığı yaptı,
Gazetecilik Yüksek Okulu’nda ders verdi.
Bu kimlik, Yeni Asır’ın genel sağ politik stratejisi için bulunmaz nimetti. Zaten
SABAH gazetesi kurulurken patron Dinç Bilgin ile birlikte İstanbul’a taşınan ve bu
yeni gazetede Murahhas üyelik ve Başyazarlık görevlerini yürüten Güngör Mengi’nin
Yeni Asır’da bıraktığı boşluğu kimse dolduramadı, dolduramazdı zaten. O kalibrede
gazeteci hala yok, belki de hiç olmayacak.
Güngör Mengi, Yeni Asır gazetemizde birinci sayfanın sol alt köşesinde küçük bir
kutu içinde günün en önemli politik, ekonomik olaylarını kısa ve öz cümlelerle
yorumlardı. Aynı taktiği, aynı yıllarda Demokrat İzmir’de yine birinci sayfanın sol alt
köşesinde uygulayan Attila İlhan’la ilginç bir kontrast sergilerlerdi.
Güngör Mengi’nin patron ile birlikte SABAH gazetesini kurmak için İstanbul’a
gitmesi, Yeni Asır için büyük kayıptı. Ama uzun yıllar Yeni Asır’ın manşetinden yayın
ayrıntılarına kadar telefonla İzmir’deki yetkiliye uzun konuşmalarla yol gösterdi.
İzmir’deki yetkili Şevket Özçelik, Güngör Mengi’ye sormadan kılını kıpırdatmazdı, her
gün telefonla çok sık konuşurlardı.

SABAH YILLARI
SABAH, İstanbul’da basın dünyasına bir füze gibi girme telaşındaydı, bunu da
başardı. Güngör Mengi, SABAH’ta yine başyazardı ve Dinç Bilgin’in yanı başındaydı.
Uzun yıllar bu beraberlik devam etti.
Güngör Mengi, SABAH’ın üzerinde kara bulutlar dolanmaya başlayınca Zafer
Mutlu, Okay Gönensin, Selahattin Duman, Zülfü Livaneli gibi “cilalı, ihtiraslı ve parlak”
isimlerle SABAH’tan ayrıldı ve 2002 yılında “Vatan” gazetesini kurdular. Artık Dinç
Bilgin’in başına geleceklerle ilgileri kalmamıştı.
Güngör Mengi uzun yıllar Başyazar olarak, Vatan’da yazdı.. Yine kışkırtıcı
olmayan, sakin, huzurlu ama vizyonu yüksek bir misyonla Türkiye’nin siyasi
gerçeklerini yorumladı.
Bu yüzden Mengi’nin yazıları salim bir Türkiye istenler için salim kafa okunacak
ve aydınlanılacak samimi yazılardır.
Her zaman sevdiğimiz ve saygı duyduğumuz, gazeteciliğe başlarken içten
yardımlarını ve desteğini her zaman hissettiğim Burhan Felek Ödülü sahibi Güngör
Mengi, gerçek bir Başyazardı.
50 SENE BAŞYAZARDI
Demek ki, 1965’lerden itibaren Güngör Mengi, 2015’lere kadar tam 50 küsur
sene Başyazı yazmıştır. Kutlamamak elde mi?
Hyatıın son yıllarını İzmir’de yalnız geçiren Güngör Mengi, eski patronu ile, Dinç
Bilgin’in Çeşme’deki evinde barıştı ve kucaklaştılar. Bu sahneyi gazeteci Korcan
Karar fotoğrafladı ve bana gönderdi.. Özenle saklıyorum..
Parkinson hastası, 17 Şubat 2023 tarihinde kaybettiğimiz ve 18 Şubat 2023 günü
Alsancak Hocazade Camiinden ebediyete uğurladığımız, Feraset ve Halit Mengi’nin
oğulları, Gülgün ve Cem’in babası, 5 torun sahibi, Orhan ve İlhan’ın ağabeyi, daha
doğrusu hepimizin ağabeyi Güngör Mengi böyle bir kişiydi. Cumhuriyetçi, demokrat
ve liberal..
ZEYNEL KOZANOĞLU ANLATSIN
Güngör Mengi’yi, şimdi onu çok seven arkadaşı Zeynel Kozanoğlu anlatsın.. Bu
yazı, önce Söz gazetesinde, daha sonra “İzmir Basınında İz Bırakanlar” kitabında
yayınlandı. Vatan gazetesinde yapılan bu çok uzun söyleşi, Güngör Mengi’nin hayatı
ile ilgili olarak basında yayınlanan en kapsamlı röportajdır, oldukça kısaltarak sadece
Mengi’nin ifadelerini verelim:
“.. 19 Şubat 1940 günü Çanakkale Bayramiç’te doğmuş. Babası Tekel
İdaresi’nde memurmuş. Yirmi günlük iken İstanbul’a gelmiş. Daha doğrusu getirilmiş.
Üç yaşındayken İzmir’in Selçuk’undaymış.
Sonra ver elini Foça. İlkokulu Foça’da bitirir. Bu güzel kıyı kasabasında o yıllarda
ortaokul yoktur. Zorunlu olarak bu kez İzmir Karşıyaka’ya taşınırlar. Ortaokulu
Karşıyaka’da ve liseyi İzmir’de bitirir.
Okuduğu lisenin adı İzmir Ticaret Lisesi’dir. Güngör Mengi “Öğretmenler
katında itibarlı bir öğrenciydim,” diyor. Çetin Gürel de aynı lisede. Ve bu eğitim
yuvamızın o günler için müdürü Osman Özden’dir.
Osman Ağabey geceleri Demokrat İzmir Gazetesi’nde çalışıyordu. İzmir Ticaret
Lisesi o yıllarda biraz da bu sevecen müdür Osman Özden’in yönlendirmesiyle
İzmir’de ve Ege’de basının adeta “arka bahçesi” durumundaydı. Bunu gözlemliyoruz.
İlk gençlik yıllarında “sporda” Güngör Mengi’nin durumu şöyleymiş:
“Yüzmede: 1957 yılında yüz metre kurbağalamada Gençler Türkiye
rekortmeni. Aynı stilde ve aynı yılda bu kez iki yüz metrede Türkiye Gençler
Şampiyonu.”
Peki, arkadaşımız Atletizm’de ne durumdaydı?
“Atletizm’de de iki yüz ve dört yüz metrelerde Ege Bölge Şampiyonu.”
Peki, Güngör Mengi ilk gençlik yıllarında “Müzikte” nasıldı?
Üniversitede öğrenci iken “Berkerler” adı altında bir müzik grubu oluşturmuşlar.
Hele bir de grubun üyelerine bakınız. Bir diş hekimi, iki muvazzaf teğmen, iki
profesyonel müzisyen ve Güngör Mengi.
Güngör grubun “şantör”ü imiş. Türkçe’nin dışında dört dilde şarkı söylüyormuş.
İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca. Benim aklım İngilizce ve Fransızca’ya
yattı da. Hadi İtalyanca’ya da “Eyvallah!” diyelim. Ama İspanyolca bize epey uzak
değil miydi? Hele günümüzden kırk yıl öncenin koşulları içinde. Lafın burasında
saflığımı takınıp sordum: “Peki, söylediğin şarkıda kullandığın İspanyolca’nın
gerçek İspanyolca ile ilgisi var mıydı?”
Güngör Mengi şöyle dedi:
“.. O günlerde İspanyolca olarak “Ave Maria Non Morro” adlı bir şarkı
söylüyordum. Benim sesimi dinleyen İspanyollar şarkıyı bir İspanyol söylüyor,
sanmışlar. Bunu bana o zaman söylediler. Hele İngilizce bir şarkı vardı, “You Mean
Everything to Me,” diye. Zaten benim İngilizcem çok iyidir.”
Okullarda ve pek çok lokalde düzenlenen “şiir akşamları”nın aranan
delikanlısıydı. Ve tiyatro. İlle de tiyatro. Güngör Mengi tiyatro konusunda da
yetenekliydi. Öyle ki, Türkçe ve İngilizce oyunlar sergilemişler.
Amerikan Kız Koleji’nde “Mercimek” adlı oyunu sundukları günü bunca yıl
geçtikten sonra bile unutamadığını söylüyor. “Tereciye tere satmak gibi” olmuş,
İngilizce öğretim veren kız okulunda oyunu İngilizce olarak sunmuşlar.
Gazeteciliğe adım atışının öyküsü de İzmir Ticaret Lisesi çıkışlı diğer
arkadaşların anlattığı öykülerden farklı değil. İzmir’de İktisadi ve Ticari İlimler
Akademisi’nde okurken 1959 yılında Demokrat İzmir Gazetesi’ne spor yazarı
arandığını işitmiş.
Beyler Sokağında Ali Barçın vardı, spor malzemesi satardı. Ali Barçın Güngör’ü
gazeteye yönlendirdi. İzmir Ticaret Lisesi’nin Müdürü Osman Özden de Demokrat
İzmir’de gece sekreteriydi. Güngör’ün sporculuğu da var. Delikanlımızı havada
kaptılar.
Ama, işe bakın ki onu Polis adliye muhabirliğine verdiler. Bir iki hafta sonra da
Erhan Ünver gelip işe başladı. O gün başlayan tanışıklıkları zamanla arkadaşlığa ve
dostluğa dönüştü. Daha sonra yıllarca Yeni Asır’da birlikte çalıştılar.
Güngör,Yeni Asır’a geçti. Burada muhabirlikten başlayan çalışması İstihbarat
Şefi, Yazı İşleri Müdürü, Genel Yayın Yönetmeni olarak devam etti. İzmir Gazeteciler
Cemiyeti’nin Yönetim Kurulu üyesi oldu. İzmir’de gün geldi Yeni Asır denilince Dinç
Bilgin, Cemil Devrim ve Güngör Mengi adı birlikte anılır oldu.
Güngör Mengi’ye, İhtilal’leri sordum. En azından, neredeydi ve bu olağan dışı
gelişmeleri nasıl karşıladı? İlk ihtilal için şunları söyledi: “1960 ihtilalinde İstanbul
İTİA daydım. Kıyma makinesi söylentisi çıkmıştı. O gün sıra arkadaşım okula
gelmemişti. Ona da bir şey oldu mu korkusuyla kendimi sokakta bulmuştum.”
Yeni Asır’ın tepesindeki gazeteci Güngör Mengi 12 Eylül 1980 öncesi günler için
“İhtilale doğru gittiğimizi hissediyorduk,” diyor. İhtilal günü sabahı Ege Ordusu
Komutanı Orgeneral Süreyya Yüksel İzmir, Manisa, Aydın, Uşak, Denizli, Muğla,
Isparta, Burdur ve Antalya illeri Sıkıyönetim Komutanlığı görevine getirildi.
Güngör Mengi anlattı:
“İzmir’de ihtilale muhalefet edebilecek çizgide yayın yapabilen tek gazete Yeni
Asır vardı. Çok daha önemsiz sebepler yüzünden İstanbul gazeteleri pek çok kereler
süreli süresiz kapatılırken İzmir’de Yeni Asır’a dokunulmadı.
Hatta Nazlı Ilıcak bu duruma gazetesinde isyan etti. “Yeni Asır bizden daha
ağırını yazdığı halde niye ona dokunulmuyor,” diye. Oysa, bu güzellik İzmir
Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Süreyya Yüksel’in pek az sivilde bile görülebilecek
demokrasi ve ahlâk anlayışından kaynaklanıyordu.
Gerçekten ihtilal yönetimi medyanın desteğini ister. Sadece görevlerini
yapacaklarına ve en kısa zamanda kışlaya tekrar döneceklerine inanmamızı ister.
Paşa’yla konuştuk. Biz sürekli onların bu yönünü öne çıkaracaktık, onlar da demir gibi
pençelerini bizim gırtlağımızdan uzakta tutacaklardı.
Karşılıklı anlayış ve saygı içinde o gergin günleri sürtüşmesiz ve sıkıntısız
geçiştirdik. Orgeneral Süreyya Yüksel üç dil konuşurdu. Gerçek bir aydındı ve
yurtseverdi. Daha sonra Bükreş Büyükelçimiz oldu.”
1968 yılı içinde miydik acaba? Bir gün Yeni Asır’a uğramıştım. Güngör arkadaşım
“Bak, biz neye hazırlanıyoruz,”dedi. Birlikte yan tarafta bir odaya geçtik. Televizyon
ekranını tanıyorum. Ortada onun gibi bir şey var. Önünde daktilonun tuşlarına benzer
bir uzantısı duruyor, eh buna da yabancı değilim.
Peki, bu düzeneğin hüneri ne? Bilgisayar dedikleri buymuş. Ve Yeni Asır
Gazetesi bundan böyle bu aygıt aracılığıyla düzenlenecekmiş. Aklım yatmadı ama
inandım. Nasıl aya insan gönderilişine de aklımız yatmıyor ama, inanıyoruz, onun gibi
bir şey işte.
Sonra Güngör Mengi bu “sihirli kutu” nun hünerlerini tanıyabilmem için bana bir
“gösteri” sundu. Ekran gazete sayfasına benzer biçimde ve sütunlar halinde yazı ile
kaplı. Güngör Mengi aradan birkaç sözcüğü çıkarıyor. Ondan sonraki harfler birbirine
bağlı olmaksızın yerlerinden “Hoooop!”kayarak boşluğu dolduruyorlar.
Güngör bir yerlere dokunuyor. Ekranda yazılar büyüyor, bir başka düğmeye
basınca bütün yazılar karıncalaşıyor. Sonra ortaya bir resim yerleştirecekseniz,
yazılar onun çevresinde kendiliğinden yer alıyor. Ne kesip biçmeye gerek var, ne ezip
büzmeye.
Uzun lafın kısası, bugün dört yaşında çocuğun yapabildiği atraksiyonlar. Her yeni
durum karşısında benim gözlerim büyüyor, hayretten hayrete düşüyorum.
“Bilgisayar dedikleri bu muymuş arkadaş? Bu ne biçim icat böyle?.”
Gazetenin sahibi Dinç Bilgin ile birlikte İsviçre’ye gitti. Bu yeni teknolojinin getirilip
hayata geçirilmesine bir bakıma “Çekip çeviricilik” etti. Bu teknolojiyi Yeni Asır
bünyesinde yerleştirmek üzere getirtilen yabancı teknik adamlarla birlikte çalıştı.
Hemen herkesin “Başarılamaz,”dediği bir havada vermişler bu teknolojik atılım
kararını. Ve o günlerde “İnşallah bir gün bu sayfaların üzerine resimleri de monte
edecek bir teknik gelecek,” filan dedik,” diyor. Ve şöyle devam ediyor:
“O teknik, senin de bildiğin gibi çok geçmeden bir iki sene sonra geldi. Geldiği
gibi, bir de renkli olarak geldi. Sonra resmi görmeden doğrudan doğruya sayfaya
aktarma imkânı doğdu. Onu da geçtik, sonra uydu aracılığıyla o sayfaların kâğıda
çıkarılmadan sanal olarak iletilmesi çağını yaşadık. İşte böyle yani.”
Şimdi artık bütün bilgilerin, bütün yazışmaların olduğu gibi değerlendirilmesine
imkân tanıyacak bir okyanusun içindeyiz.
Güngör Mengi şöyle devam etti:
“Şimdi de elle yazmak için direnenler var. Teknoloji, biliyorsun Türk milleti için
hem tapılan hem de korkulan bir gelişme. Çok yakın zamana kadar bilgisayarı
sadece elektrikli daktilo makinesi gibi kullanabiliyorduk. Vietnamlılar gibi.
Şimdi yavaş yavaş onun marifetlerini, onun zenginliklerini ve taşıdığı büyük gücü
kavrayan bir anlayış var. Yavaş yavaş elde ediliyor. Özellikle genç kuşak ona
doğduğu için, yaşanan evrimi bilmediği için, ellerini eski alışkanlıklar tutmadığı için
tamamıyla o çağa doğuyor ve orada ilerliyorlar.
Biz dereden çıktıktan sonra okyanusa ulaştık. Onlar doğrudan doğruya
okyanusun içine doğdular.”
Güngör Mengi Yeni Asır’da görevini sürdürürken bir yandan da, 1980 yılından
başlayarak İzmir Gazeteciler Cemiyeti’ne dört yıl süreyle başkanlık etti. Bu arada iki
dönem boyunca da TRT’ nin Yönetim Kurulu Üyeliği’nde bulundu.
Ege Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu’nda “Hoca”lık etti. Okuttuğu ders
“Yazı Türleri ve Kompozisyon”idi. O günleri gözleri ışıldayarak anıyor.
“Derslerimde öyle bir yöntem izlerdim ki, başka sınıflardan öğrenciler gelirdi,”
diyor.
Güngör Mengi 1986 yılında Basın Konseyi’nin kuruluşu aşamasında yürütülen
çalışmalara da katıldı. Bu amaçla oluşturulan dokuz kişilik çalışma grubunda yer aldı.
Bilindiği gibi Basın Konseyi ”Daha özgür ve daha saygın”bir basın yaratmak isteyen
gazetecilerce oluşturulan “kendini denetleme”ye yönelik bir oluşum.
Güngör Mengi konseyin kuruluşundan sonra da Basın Konseyi Yüksek Kurulu
Üyeliği görevini sürdürdü.
Yeni Asır Gazetesi’nin sahibi Dinç Bilgin İstanbul’da günlük bir gazete kurmak
isteyince gazetenin Genel Yayın Müdürü Güngör Mengi ve Haber Müdürü Çetin
Gürel ile birlikte İstanbul’a geldi. İlhan Esen ağabeyimiz de onlara yardımcıydı.
SABAH“ileri teknoloji”ye dayalı bir altyapı ile 22 Nisan 1985 günü yayın
hayatına başladı. Merkezi Mecidiyeköy’deydi. Elektronik ortamda hazırlanıyor,
bölgelerde kurulu matbaalara sayfalar “page fax” adı verilen sistemle, telefon hatları
kullanılarak ulaştırılıyordu. Baskı bilgisayar kontrollü makinelerde yapılıyordu.
İnanılmaz bir atılımdı bu. O güne kadar karayolu ve uçakla “matris” gönderen
gazeteler, Doğu ve Güneydoğu bölgesi halkına yıllarca bir gün öncenin haberlerini
okutabilmişlerdi. Sabah Türkiye’nin her yerine “günlük” haberlerle ulaşıyordu.
İlk gün altı yüz seksen bin adet basılan SABAH her geçen gün baskı sayısını
arttırdı. Güngör Mengi işte bu SABAH Gazetesi’nde ”Murahhas Üye ve
Başyazar”idi.
Gün gelip devran dönünce ve Dinç Bilgin’in sahibi bulunduğu Etibank’a el
konulunca 2001 yılının ilk aylarında gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Zafer Mutlu ile
Başyazar Güngör Mengi gruptan ayrılarak Vatan Gazetesi’ni kurdular.
O şimdi Vatan’da “Yönetim Kurulu Başkan Vekili” ve “Başyazar”.
26 Mayıs 2000 akşamı, Çırağan Lions Kulübü’nün yılın en başarılı sanatçı ve
medya mensuplarına verilen geleneksel ödül töreninde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti
üyelerinden oluşan basın jürisi seçimi sonucunda, Güngör Mengi’yeYılın Gazetecisi
ödülü verildi..
Söz döndü dolaştı, Şahap Mete’ye geldi. 1946 yılından itibaren Yeni Asır’da foto
muhabirliği eden ağabeyimiz. Bu güzel insanı ben de tanıdım. İzmir çukurunda
gazeteci arkadaşların kendisiyle kolay şaka edebildiği biriydi.
Sözün bundan sonrası için Güngör Mengi’ye kulak verelim mi?
“Şahap Mete Demokrat Parti taraftarlarınca saygı gören bir gazeteci. Aslında o
da Demokrat Partili. Haşmetli, iri gövdesiyle, küçük “laika” makinesi elinde. Demokrat
Parti’nin belki ilk yılları. Bir hatıra fotoğrafı çekecek. Fotoğrafı çekilecekler arasında
Adnan Menderes de var.”
“Bütün heyet karşısında toplanmış. Arkadaş makinenin tepesinden bakıyor.
“Sığmadınız,” diye sesleniyor. “İki üç adım geriye gidin,” Ondan sonra heyet iki üç
adım geri gidiyor. “Çok gittiniz, bir adım öne gelin,” diyor.
Heyet böyle ileri geri dalgalanırken geleceğin başbakanı Adnan Menderes o
geleneksel kibarlığıyla devreye giriyor: “Şahap Beyefendi!” diyor. “Bu ileriye ve geriye
hareketler bizim için çok zahmetli oluyor. O zahmeti siz ihtiyar etseniz. Acaba bir
adım ileri, iki adım geri daha kolay olmaz mı?” diyor.
Şahap Mete’den söz açıldı ya. Güngör Mengi bir olay daha anlattı.
“Bir de Şahap Mete sürekli silahlı dolaşırdı. Çoğu günlerde üzerinde iki tabanca,
bir avcı bıçağı filan. Silahı çok severdi çünkü. Yeni Asır Gazetesi o günlerde Gazi
Bulvarında. İşte anlatacağım olay burada yaşandı.
Onun bir kovboy tabancası vardı ve bu tabancayla yirmi metreden yirmi beş
kuruşu vururdu. Günün birinde ne yaptı, biliyor musun? O küçücük binada koridorda
bir mermiyi aldı. Kış günü, ortada büyük bir soba yanıyor. Mermiyi sobanın üstüne
oturttu. Arkadaş, deney yapıyor, bakalım ne olacak diye.”
Gazetede bir panik oldu. Zannediyorum Erhan Ünver’di, can havliyle kendini yere
attı. Herkes bir yerlere saklandı. Ve hemen o sırada mermi “Güüm!” diye patladı.
Gazetenin sahibi Şevket Bilgin meğer odasındaymış.
Gürültü üzerine Şevket Bey kapısını açtı. Etrafa baktı, kimsecikler yok. Sonra
yere doğru bakınca ayaklarının altına doğru masanın altına uzanmış Erhan Ünver’le
gözgöze geldi. Ve Şevket Bilgin aptal demezdi. “Ebleh!” dedi, kapıyı kapattı.”
Güngör Mengi ile çalışan arkadaşlardan hiçbiri “sevgi ve saygı” sözü
kullanmaksızın onu anmadı. Hep onun insanca tavrını dile getirdiler. Güngör Mengi
ile birlikte çalışmanın kendileri için şans olduğunu söylediler.Mutlu ve sağlıklı ol,
hoşça kal, sevgili kardeşim.”
YAŞAR AKSOY’DAN NOT: Bu yazıyı yazan ustam Zeynel Kozanoğlu’na da rahmet
diliyorum.