Allah, özel sektörümüzü, holdinglerimizi, şirketlerimizi, belediyelerimizi, siyasi
partilerimizi başımızdan eksik etmesin. Eğer onlar olmasa idi (!) mütevazi
evlerimizdeki beyaz eşya eksiğimizi nasıl giderecektik? Onların gazete, basın,
matbuat sevgileri hiç eksilmesin. Amin..
Tabii ki bu söylediklerim 1980 – 2000’ler Türkiyesi içindir. Yeni Asır’da yılbaşı ve
bayram öncelerinde biz gazetecilere, armağan paketleri ve kolileri taşıyan iki büklüm
hizmet görevlilerimizin kolları yoğunluktan kopacak derecede ağrı içinde kalırdı.
Holdingler, şirketler, belediyeler, tüccar ve sanayici odaları, ihracatçılar, çok önemli
statü sahibi beyefendiler, hatta kurnaz politikacılar hediye gönderdikleri gazetecinin
ismini de üzerinde ihtiva eden ve de şık kartlarının ilavesiyle, hediye paketlerini şoför
veya odacıları vasıtasıyla getirirler, bizim gazetenin danışmasına bırakırlardı.
Danışmada duran dağıtımcılarımız ise, bu kolileri ve paketleri alırlar, ilgili masaya
veya servise götürüp güç bela teslim ederlerdi. Bu iş günlerce sürerdi. Tam yılbaşı ve
bayram öncesi günlerde ise, trafik tıpkı Kemeraltı gibi olurdu.
CİCİLİ BİCİLİ HEDİYELER
Böyyük yazar ve müdürlerimizin oda ve ve masaları çok şık hediye paketleriyle
dolup boşalırdı. Akşam olunca bir de onları eve götürme derdi vardı. Orta karar
yazarlar ve servis şefleri, orta karar hediyelere layıktılar. Bazen küçük muhabirlere de
ufak tefek hediye geldiği de olurdu. Daima unutulmaya mahkûm çilekeş alt tabaka
muhabirlere ise, hava ile su gelirdi sadece. Boyunları bükük önlerinden geçen hediye
paketlerine afal afal bakar dururlardı.
Hediyeler arasında tapulu apartman katı gibi taşınmaz şeyler hariç, taşınabilir her
türden emtia, yani buzdolabından tutun televizyona, gömlek kravattan dolma kaleme
kadar, ne bahtına çıkarsa adrese ulaşırdı ve gönderen “şirket, holding, tüccar ve
sanayici odası, belediyelerden” oluşan kapitalist cenaha yüreklerde daha derin
sempati kuyuları açılırdı.
Gün geldi bu hediye trafiğinden gazete çalışılmaz bir hal aldı. Çünkü uğradığınız
herhangi bir servis, aynen süpermarket gibi, ya da Migros veya Arçelik bayii gibi
paket ve kolilerle dükkansal bir işletme görüntüsü almaya başlardı.
Bazı müdürler (örneğin uyanık Magazin Müdürümüz), “Bak ben ne kadar
seviliyorum mesajı vermek” için, kendi kendisine içi boş süslü püslü hediye kutusu
gönderirdi veya ayarladıkları yakınlarından (bunlar genelde şarkıcı, artist, modacı,
ünlü kuaför veya terzi olurdu) gazeteye ama doğruca kendi servis masasına demet
demet çiçek gönderilmesini isterdi. Masasının üstü ve önü çiçek bahçesine dönerdi.
Bir cümbüş ki deme gitsin.
Hülya Avşar’dan çiçek geldiği zaman anonsla ilan edilirdi: “Hülyaaa Avşar
Hanımdan, Mağazin Müdürümüz filancaya bir demet manolya gelmiştiiiirrr!..”

(Hala kullandığım BEKO marka armağan elektrik süpürgem.)
HEDİYELER YAN SOKAĞA
Bu hediye baskısından bunalan gazete üst yönetimi, hediyeleri gazete içine
sokmak yerine, gazetenin yan sokağına açılan bodrum gibi boş bir yere hediyeleri
yığmaya başladı. Herkes oraya gidiyor, hediyelerini yükleniyor, kapısına çağırdığı bir
taksi ile evine yollanıyordu.
Beni de, 1985’ten sonra “matah bir yazar” zanneden nice kuruluş, hem yağ
çekmek için, hem de içten tebrik niyetleriyle hediye göndermeye başladılar. Ben
hediye ambarına girince bir saat filan kendi ismimdeki hediyeleri arar bulur ve alırdım.
İnanın hiç başkasını hediyesinin üzerindeki kartı yırtıp zimmetime geçirmedim.
Bu hediyeler, 1985 ile 1995 arasında orta karar bir yoğunlukta yağmasa bile bana
azıcık damlamıştır. Allah gönderenlerden razı olsun. Çikolata veya baklava gibi
hediye paketlerini hemen servise götürür arkadaşlarla tıkınırdım. Bazen eve, anam ile
babama da götürdüğüm oldu.
Şu an 2025 yılındayız. Hala o hediyelerin ayakta kalan bazılarını tepe tepe
kullanıyorum. Mesela, eski model ama çok iyi iş çıkaran elektrik süpürgem, elektrikli
ızgaram, düdüklü tencerem, çay suyu ısıtma ketılım, fındık badem kırıcısı mikserim,
hep Yeni Asır günlerimden kalmadır. Hepsi hala tıkır tıkır iş görüyor.

(35 yıldır kullandığım armağan Fantom marka çay demleme ketılım.)
BİR HATIRA
Şimdi bir yılbaşı arifesinde bize gelen armağanlarla ilgili bir hatıramızı anlatayım
da katıla katıla gülün, iyi mi?
Ucuz muhabir Aloş ile bendeniz, Yeni Asır’da yapışık kardeş gibiydik. Ben ucuz
muharrir, o ise ucuz muhabir… Bir bayram arifesi akşamüstü gazeteden Karşıyaka’ya
gideceğiz ve ünlü gazeteci üstadımız Rauf Lütfü Aksungur’lara misafir olacağız.
Lütfü abi ile çokbilmiş eşi Mebrure Hanım, Menemen’den bizim Aloş’a biraz
kullanılmış ve evde kalmış bir kız bulmuşlar, onu bize gösterecekler. Çokbilmiş
Mebrure Hanım (rahmetli), eşine tenbih etmiş, “Aman çocuklar gelirken eli boş
gelmesinler!” diye.
Bizde beş para yok. Ne alıp ta oraya gideceğiz?. Düşünüp dururken, gazetede alt
deponun kapısının açıldığı haberi geldi ve herkesin hediyesini alması istendi. Hemen
aşağı damladık. Benim kısmetime bir “Uz” marka gömlek ile kravat çıktı. Diğer
kodamanlar kamyon tutmuşlar evlerine yüklü ganimetler götürmekteydiler.
Aloş’a da, hemşehrisi “Mezarlıkbaşı Baklavacısı”ndan bir kutu baklava
gönderilmişti. Baklavayı görünce çocuklar gibi sevindik. Hiç olmaz ise elimiz boş
gitmeyecektik Karşıyaka’ya; kız istemeye.
Hemen gazeteden tüydük. Pasaport’a geldik ve Karşıyaka vapuruna bindik.
Denizde az ilerlemiştik ki, Aloş paketi açtı, “Abi şekerim düştü, birkaç tane yiyem, sen
de bak bi tadına..” dedi. Ben de, bir iki tane götürdüm. Bu arada Aloş, lup lup
baklavaları mideye indirmeye başladı. Ulen dedim içimden, ne şeker düşmesi imiş bu
ya, kürekle şeker yese bu hınzır, şekeri bir milim oynamayacak galiba.
Denizin ortasına geldiğimizde baklavanın yarısı bitmişti. Bizimki habire tıkınıyor.
Baktım ki hepsi bitecek, ben de bir iki tane daha yallah götürdüm. Vapur Karşıyaka
iskelesine yanaşırken bir baktık ki, kutunu içinde üç dört tane baklava kalmış. Aloş,
yüzüme cingöz cingöz baktı:
“.. Abi, şunnacık baklava Lütfü ağabeylere götürülmez ki, madem yedik
bir halt, öyleyse hepsini bitirelim bari”, dedi.
İki tane ben, iki tane daha o götürdü.
Vapurdan indik, boş kutuyu çöp tenekesine attık. Aloş, sanki çok mahçup olmuş
edasıyla:
“.. Abi kız görmeye, eli boş gidilmez. Kutu da boşaldığına göre, ben aynı
vapurla geri döneyim. Rezilimiz çıkmasın bari kıza, görücüye filan ayıp
olmasın..” dedi.
Bizimki geri döndü, yani vapura binip gerisin geri gitti. Bu olay yıllarca aramızda
makara geçmek için epey kullanılmıştır, onu da ekleyelim. Ben de eve gidince hediye
gömlek ve kravatı giyip ayna karşısında şöle bir şişindim.
Her yılbaşı ve bayramda bana hediye gönderen şimdi hatırladıklarım kadarıyla,
Temizocak Kuyumculuk, İzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, Konak
Belediyesi, Karşıyaka Belediyesi gibi kuruluşlara teşekkür ederim.
Piyasadan çekildik ya.
Artık bizleri böyle günlerde hatırlayan bile yok.
NOT: Aloş’u artık hayatımdan çıkardım. Yazdığı ve böbürlendiği bir kitabının,
ekmeğini üniversitede ders vermekten çıkaran bir gariban kadın akademisyenin
kitabından intihal olduğu ortaya çıkıp, mahkemece mahkum olmasından sonra
uyandım.. Hediye baklava kutusunu açıp tıkınması esnasında uyanmalıydım!.. Şimdi,
Basmane çukurunda kuyumu kazıyor. Yolu açık olsun..